Ölüm travması karşısında nasıl davranmalısınız?
Sadece yaşayanının gerçekten anlayabileceği tek ateş olan ölüm acısını duymakta olan bir insana yaklaşımınız, insanlık seviyenizi, beyninizin ve vicdanınızın gelişmişlik düzeyini belli eden en keskin viraj. Kaybı yaşayan kişinin en büyük mücadelesi, bu kayıpla birlikte yaşamayı öğrenmek olurken, etrafındaki insanların bu mücadeleye destekte ne yazık ki sınıfta kaldığı sayısız örnek yaşıyoruz.
Diyelim ki yakınınızda çok sevdiği birini kaybetmiş bir dostunuz var ve muhtemelen siz çok isteseniz de ona ne diyeceğinizi, nasıl teselli vereceğinizi bilemiyorsunuz… Ne yaparsanız yapın, hiçbir sözün ona gerçekten yetmeyeceğini bilmenin endişesiyle bocalarsınız. Karşınızda acı çeken insan da bunu bilir, anlar. Buraya kadar her şey normaldir. Sorun, siz ona aynı takımda olduğunuzu yeterince hissettiremediğinizde, bir yabancıdan farksız davrandığınızda ortaya çıkar.
Ölüm travmasını yaşayan kişi, yakın çevresinden başlayarak aslında o kadar çok bilinçsiz yaklaşıma maruz kalıyor ki, o kişiyi buna maruz bırakanların pek çoğu da gerçekte yarardan çok zarar verdiğini değerlendirebilecek özfarkındalığa sahip olmuyor. Hem travmayı bizzat yaşayan insanların biliçaltında neler hissettiklerini, hem de onlara doğru biçimde yaklaşmak isteyenlerin neler yapabileceklerini aktarması için Nish Coaching Kurucusu, Bilinçaltı Dönüşüm Terapisti Gülden Üner’le görüştüm.
“Ölüm travması yaşayan kişi, sokakta bırakılmış çocuk gibi hisseder”
Ölüm travmasını yaşayan insanların bilinçaltında neler oluyor?
Ölüm travması yaşayan insanlar, artık pek çok konuda daha fazla hassasiyet yaşamaya başlıyor. Duydukları derin acının yanı sıra, hayatlarına devam etmeye çalışırken ağırlıkla yaşadıkları duygular, ‘zorlanma hissi, değişimden çekinmek, yeniliğe karşı direnç göstermek, daha fazla güçlü hissedememek, yetememe duygusu, savunmasız hissetmek, korunma ihtiyacı, birilerinin hayatlarını kolaylaştırması hayali, tahammülsüzlük, bırakmak istemek’ oluyor.
Bu duygu durumlarına dikkat edersek, bir çocuk anne veya babasını kaybettiğinde neler hissederse, aslında tam da o duygular olduğunu görürüz. Bu kayıpta adeta kendini sokakta kalmış gibi hisseden çocuk, “Şimdi beni kim koruyacak, bana kim sahip çıkacak, hayatım ne olacak?” duygusuyla hareket eder. Annemiz-babamız gibi ebeveynimizin ölümünde de en çok içimizdeki çocuk parçamız etkilenir. Kaç yaşına gelirseniz gelin, kayıp zamanında yaşanan duygu, yeniden bu çocuk olmaktır. Böyle anlarda da o çocuk parçasının en çok ‘sarıp sarmalanmaya’ ihtiyacı var.
Biz o sarmalanmaya ihtiyaç duyan çocuğu dışarıdan bakınca tanıyabilir miyiz? Travma yaşamış biri kendini nasıl belli eder?
Travma yaşamış bir insanın kendini belli edişi, o insanın yaşadığı travmanın derinliğine göre değişen bir konu. Travma, sıradışı, olağandışı bir olay karşısında yaşandığı için bu sıradışı şey, insanda çok güçlü bir korku, dehşet ve içsel çatışma yaratır. Herkes bunu farklı yaşar. Bazı insanlar bir travma karşısında çok tepkisel davranabilir, karşısındakini dinlemez, sürekli bir savunma halinde olabilir. Bir insan her şeyle ilgili sürekli bir savunma halindeyse onun bir travması olduğunu düşünebiliriz. Veya tam tersi olabilir, her şeye ve herkese karşı son derece duyarsız olabilir. Sanki hayattan kopmuş gibi, sanki dünya umrunda değilmiş, dünya yansa bir şey olmazmış gibi davranabilir. Sanki bir betonmuş gibi davranan kişi için duygularını gösteriyor olmanın yarattığı travma o kadar ağırdır ki, duyguya duyarsızlaşmıştır. Bazı insanlar bir travma karşısında tutarsız olur, yani bugün söylediği şeyin tam tersini yarın söyleyebilir. Kendini yalanlayabilir, ‘ben söylemedim sen yanlış anladın’ diyebilir, acıdan, üzüntüden, iç dünyasından kaçıyordur… Travmatik parçamızdan genel olarak hep uzak durmaya çalışırız. Onunla muhattap olmamak, onu hatırlamamak isteriz ve daha çok acıdan kaçmaya eğilimli oluruz.
Peki travmatik yanımıza rağmen hayatta nasıl kalırız?
Biz bir travmaya sahip olduğumuzda, bu travmayla başedebilmek için mutlaka bir ‘hayatta kalma parçası’ oluşur ruhumuzda. Az önce sıraladığım tüm bu tepkisel, içine kapanık, tutarsız veya kaçınmacı tavırlar, kişinin hayatta kalmasına destek olan parçalarıdır. Yani ruhumuz ikiye bölünür. Biri korkular ve acılar içindeki travmatik parça ve diğeri bu travmatik parçaya karşı bizim hayatta kalmamızı sağlayan, ikinci bir parça. Kişiler travmatik parçasının farkında olmayabiliyor, ona karşı kendi hayatta kalma parçalarının farkında olmayabiliyor, farkında olmadığı için nasıl kullanacağını bilmiyor, bunları seanslarla ortaya çıkarabiliyoruz çoğu zaman. Bu parçalar tamamen duygulardan besleniyor. İnsanın iç dünyasının asli görevi, ben dediğim varlığı ayakta tutmak. Yani biz istesek de istemesek de, önce hayatta kalacağız- ‘bundan daha önemli hiçbir şey yok’ diye bakıyor.
Ölüm travmasıyla mücadelede hangi evrelerden geçiyoruz?
Kayıp travması, durum her ne olursa olsun, hazırlıklı olabileceğimiz bir alan değil. Hepimiz öleceğimizi biliriz ama buna doğal olarak bir hazırlık yapamayız. Eğer bir insan çok sevdiği bir yakınını kaybederse, ilk evrede şok anı ile bunu kabul edemez. Ölüm gerçeğini kişi ilk dönemlerde zihinsel olarak kabul edemiyor, bu durum birkaç gün veya idrakine göre birkaç hafta da sürebiliyor. ‘Gerçek olamaz’ denen aşama, duygusal merkezli insanlar için ise daha uzun zaman alabiliyor.
İkinci evrede ise kişi, ölümün olduğunu anlar ve bu sefer üzüntü ve acıya boğulur. Bu dönemde ağlar, anlatır veya anlatamaz, hatırlar, hatırlamaktan kaçar, düşünmemeye çalışır, isyan eder, zaman zaman inkar eder. Bu dönemde yoğun ağlama krizleri, başka işlerle ilgilenememe vs, duygular zirve yapar.
Üçüncü evre ise kabul etme sürecidir. Bu dönemde ikinci evredeki duygular bir parça, kısmen söner. Kişi artık kafasını dağıtacak şeylerle bir parça daha fazla ilgilenebilmeye başlar. Acıyla başedebilmek için çeşitli bağımlılıklar geliştirebilir. Alkol, uyuşturucu veya aşırı alışveriş bu noktada tehlike olarak karşımıza çıkar. Kişi, bu aşamada çok yalnız kalmamalıdır, paylaşabiliyor ve konuşabiliyor olması çok önemlidir.
Son evrede ise kişi normal hayatına dönmeye başlar. Bu acıyı unuttuğu anlamına gelmez ancak, hayatın devam ettiğine idrak dönemine geçiş yapar. Travmanın yıkıcı hale gelmemesi için ilk 2 evrenin birkaç yıla varan boyutta uzamaması gerekir. Kişinin hayatında sadece tek derdin ölen kişinin acısı olduğu ve bunu yaşayıp paylaşabileceği ortam sağlıklı kabul edilir. Ancak kişinin hayatına bu dönemde farklı badereler eklenirse, kişi esas acısını yaşayamayacak ve iyileşme süreci uzayacaktır.
İyileşmenin yolu, acıdan kaçmak değil, acının içinden geçmek
Kayıp acısını yaşayan kişi, bu süreçte çoğu zaman acıdan kaçmaya yöneliyor. Zorla güçlü olmaya çalışıyor, bu doğru bir yol mudur?
İyileşmek bir süreç gerektiriyor ama biz bunu ‘hemen güçlü olmalıyım, toparlanmalıyım’ güdüsü içinde göremiyoruz. Oysa iyileşmenin yolu, acıdan kaçmak değil, acının içinden geçmek. Acının içinden geçmek demek, acıya neden olan, acıyı vareden şeyi kabullenmek, onu her anında deneyimleye deneyimleye geride bırakabilmek demek. Yani içinden ağlamak geldiğinde ağlamak, anlatmak geldiğinde anlatmak, bağırmak istediğinde bağırmak. Eline bir şey alıp fırlatmak istediğinde bunu yapmak. Duygular, ifadeleri bulundukça bir süre sonra çökmeye başlar.
Ne kadar zor olursa olsun, acıyı yaşamaya izin vere vere iyileşebiliriz. Bu ne demek? “Ben bunu o kadar deneyimledim ve geride bırakabildim ki artık hayatta daha güçlü durmak için bir motivasyonum var” diyebiliyorum. “Böylesine dik bir acı yaşadım ve içinden yürüyüp gidebildim. Demek ki ben her türlü acıyla başedebilir durumdayım” diyebiliyorum. Bu biliş hali, biliçaltında da kabul görüyor ve kişi yaşama daha kendine güvenli bakıyor. Artık diğer sıkıntılı süreçleri daha kolay atlatıyor, o yüzden acının değerini de bilmek gerekiyor.
“Ölüm acısını yaşarken güçlü olmaya ihtiyacımız yoktur”
Sevdiklerimiz genellikle iyi niyetle ‘güçlü olmak zorundasın’ veya ‘sen zaten güçlüsün’ der. Bu istesek de istemesek de baskı yaratır. Bu baskı, sağlıklı mıdır?
Kişinin acısını yaşamasına izin vermeden “İşte hayat devam ediyor, ne yapacaksın, sen güçlüsün, güçlü olmak zorundasın, bir an önce ayaklarının üzerinde durmak zorundasın” gibi cümleler, iyi niyetli olmakla beraber aslında yanlış olan cümleler. Kişinin böyle derin bir acı yaşarken güçlü olmaya ihtiyacı yok. Güçsüzken güçsüz olmak, en büyük güç. Acın varken güçlü olmaya çalıştığında, acıyı bastırıyorsun, yok sayıyorsun ve başka bir yerden patlama olarak kendini gösteriyor. Bastırdığınız şeyin alakasız bir yerde daha güçlü bir şekilde patlayacağını unutmayın. Her zaman kişinin ruhsal ve duygusal olarak kendini dengede tutabilmesinin yolu, duygularını yaşayarak bitirmesidir, güçlü olmaya ve güçlü görünmeye çalışarak değil.
Bu dönemde üzerimize almamamız gereken duygusal yükler neler?
Ölüm travmasını yaşayan kişiyle eşzamanlı olarak bu acıyı yaşayan başkaları varsa, bu otomatikman kişide kendisinin daha güçlü olması gerektiği baskısını yaratır. Bunun olması normaldir ancak bu daha çok üzerine yük alan kişinin hissiyatıdır, böyle olmak zorunda değildir. Çünkü hatırlanmalı ki o anda herkes zayıf, aslında daha zayıf-daha güçlü olan kimse yok, herkes kayıpta. Acı içinde olanlar birlikte paylaşacak, beraber güçlenerek çıkacaklar, doğal olan bu. Birinin kendine yüklenerek daha güçlüyü oynaması, kimseyi özde iyileştirmiyor, yük alan kişi yük aldığıyla kalıyor. Ama bu durumda kalan kişi, derdini başka bir yerde muhakkak paylaşmalı. Kişinin paylaşabileceği kimse yoksa, o zaman profesyonel destek almalı. Aksi takdirde süreç çok yıpratıcı olacaktır.
“Travma yaşayan kişi, bunlara ek olarak neler yapabilir?”
1.Kişinin kendiyle konuşması ve kendini anlaması gerekir
Kendi içimizde travma yaşayan parçamızın, bizi hayatta tutan parçamızın, çocuk ve yetişkin parçalarımızın farkında olursak, daha sağlıklı hareket edebiliriz. Mesela bizi eğer yetişkin parçamız kontrol etmeye başlarsa, daha eleştirel, yargılayıcı biri oluruz. O parçaları anlayıp kovmaya çalışmadan, onlarla barışık yaşamak gerekiyor.
İçimizde ölüm travması sırasında ortaya çıkan ve sarılıp sarmalanmaya ihtiyaç duyan çocuk parçamıza “Hayır güçlü olacaksın” demeyeceğiz. İçimizdeki yetişkin parçamızla, o çocuk parçamıza “Senin ne kadar üzgün ve yalnız hissettiğini, korktuğunu biliyorum, ama ben artık büyüdüm, seni koruyabilirim, kollayabilirim, yalnız değilsin” diyeceğiz. Böyle iki parça insanın içinde birbiriyle konuşacak. Eğer kişi bunu yapamıyorsa, bu profesyonel bir seans ortamında gerçekleştirilebilir ve kişinin içindeki çocuğun duygusal olarak rahatlaması sağlanır. Bunun ardından kişi dış dünyaya adapte olma konusunda daha rahat adımlar atar. Bu parçaların farkında olduğunu bilirse kişi, kendine destek verebilir.
2.Kişi, mükemmel olmaya çalışmamalı, iyileşmek için kendine zaman tanımalı
Travma yaşayan kişilerde belirsizliklere karşı tahammülsüzlük artıyor. Beklemedikleri bir acıyla karşılaştıklarından, kaygıyla birlikte her şeyi kontrol etme çabası oluşuyor. Bu durumda hiçbir şey olmamış gibi devam etmeye, mükemmel olmaya çalışmamaları gerekiyor. Kişiler, açıklamaya gerek bırakmadan anlaşılmaya ihtiyaç duyuyor. Bu da beklenti olduğu için zorluk yaratan bir alan. Kişi, iyileşmenin bir süreci olduğunu unutmamalı ve kendine zaman tanıyarak kendine karşı anlayışlı olmalı.
3.Sevdikleriyle kaybına dair duygusunu paylaşabilmeli
Kişilerin sevdikleriyle duygusunu paylaşırken ölen kişi hakkında konuşabilmesi, özellikle öldüğünü konuşabilmesi çok önemli. Kişinin etrafındaki insanların da ölen kişinin geçmişte yaşadığı bilgisiyle konuşması gerekiyor. Bu, başta ağır gelir bize. Şimdiki zamanda değil, -iyi bir insandı aslında gibi- dili geçmiş zamanla yapılan bu konuşmalar ise bilinçaltına farkında olmadan gider ve kişinin bilinçaltında kabul vermesine yardımcı olur.
4.Duyguları boşaltacak mecralar bulmalı
Duygularını boşaltacak mecralara muhakkak ihtiyacımız var. Farkında olmadan ötelediğimiz her duygu bize geri çarpacak demektir. Bundan sonrasına gücüm olmazsa ne olacak kaygısıyla kimi anlarda endişeli oluyoruz. Tam da orada kendimize dönüp sormamız gereken şey şu: “Olmazsa ne olur ki? Yapamazsak ne olur?” Nereye kadar tüm sorumlulukları alıp güçlü olma güdüsüyle mükemmel biçimde ilerleyebiliriz ki..
Bunların yanı sıra, okuduğu şeye kendini verememek, izlediği şeyleri tekrar tekrar izlemek gibi bir durum da olur travma yaşayan kişilerde. Sonunu bildiği şeyleri izlemek, beyni kısa bir süre için uyuşturmak yoluyla acıyla başetme yöntemlerinden biridir, fakat kişi burada sadece buna odaklanmak yerine, araya başka şeyler de koymalıdır. Arada yürüyüş yapmak, hareketi hayatının içinde tutarak dengelenmek çok önemlidir. Kişilerin ilgisini çeken alanlarda ufak ufak adım atmaya başlamaları yerinde olur. Örneğin kişi resim yapıyorsa, belki iki fırça atıp bırakacak olsa da bitirme kaygısı olmadan yavaş yavaş başlamalıdır.
5.Kurban psikolojisiyle kendini mazur göstermeye de çalışmamalı
Kişinin güçlü görünmek zorunda olmaması kadar, mağduriyetle dikkat çekmeye, kurban psikolojisine girip acısından bir çıkar sağlamaya yönelmemesi de önemlidir. Özetle kritik olan konu, kişinin duygularında samimi olmasıdır. Sevgi almak için kendini mağdur gösteren kişilerin bunun mutlaka anlaşılacağını bilmesi gerekir. Eğer bir duygunuz gerçek değilse ve siz onu -mış gibi aktarmaya çalışıyorsanız, karşınızdaki kişi bunu içgüdüsel olarak hisseder ve verdiği refleks mağduriyet gösteren kişinin tam olarak istediği şeyi vermez. Birbirlerini çok seven insanlarda telepatik bir bağ nasıl kuruluyorsa, sahte davranışlar da aslında anlaşılıyor. Çünkü bilinçaltımız birbiriyle sürekli aktarım içinde.
“Travma yaşayan kişiye destek verecek insanlar neleri gözden kaçırıyor?”
1-Destek verecek kişiler öncelikle hiçbir konuyu kişiselleştirmemeli
Bir örnekle ele alırsak, varsayalım ben sizin bir yakınınızım ve bu konuda destek olmak için geldim, sizinse konuşmak hiç içinizden gelmiyor. Ben kim olursam olayım demeniz gerekiyor ki, “Gülden, benim bugün tek bir kelime duyup dinleyecek gücüm ve enerjim yok, bana iyi veya kötü hiçbir şey söyleme, kendimi iyi hissetmiyorum, üzgünüm”. Bunları söylemelisin bana. Ben de karşılığında demeliyim ki, “Peki, senin için yapabileceğim bir şey var mı?” Yok dersen yok olmalıyım, var gitmeni istiyorum dersen gitmeliyim. Yanımda sessizce otur dersen yanında sessizce oturmalıyım. Konuları kişiselleştirmeye eğilimliyiz biz. Karşımızdaki alınmasın diye ruh halimizi saklıyoruz veya destek vermeye çalışan karşı taraf olarak egomuz üzerinden bir bakışla alınganlık yapıyoruz. Acıyı yaşayan kişinin her şeyi söylemeye ve ifade etmeye hakkı var. Destek olmaya niyetli olan kişinin de karşısındakinden gelecek her türlü tepkiye hazır olması, onu yargılamaması gerekiyor. Kendi açısından bakmamayı öğrenmeli.
2-Normal bir zamandaymış gibi yüklenmemeli, bir şeyler yapmaya zorlamamalı
Kayıp travmasını yaşayan kişinin yakınlarının, kişinin acısını da yaşamasını desteklemesi gerekiyor. Kişinin çevresindekilerin, “Üzülme, geçecek” yerine “Çok üzgünsün farkındayım ve görüyorum. O kadar seni anlamaya çalışıyorum ki. Üzgünüm ve buradayım” demesi lazım. Bunun dışındaki her şey kişiye güçlü olmak zorundasın mesajını veriyor, bu yanlış.
Travma yaşayan kişi ağlamak istiyorsa, karşı taraf onu zorla güldürmeye çalışmamalı, onu hiçbir şeye zorlamamalı. “Sana eşlik edebilir miyim?” demeli sadece… Duyguyu paylaşmak budur. O an destek olan kişi, kendi egosunu dışarıda bırakabilmeli, bunu yapamıyorsa uzak durması daha faydalıdır. Ölüm travması yaşayan bir insanın acısını hiçe sayarak normal bir gündeki halindeymiş gibi tepki vermesini beklemek, normal bir zamandaymış gibi yargılamak ve suçlamak da ayrıca çok büyük bir hata olur.
3- Acıların farklı biçimlerde yaşandığı bilinciyle kişiyi yargılamamalı, merhametsiz olmamalı
Sizin gibi acı çekmediği için başka birini yargılayamazsınız. Herkesin acıyı yaşama şekli kendine özeldir, diğer duyguları olduğu gibi acıyı da yaşamanın belli bir standardı yok. Mutlu olduğunda kimi kahkaha atar, kimi kendi içinde mutluluğu yaşar. Kimseye ‘Sen bunu böyle yaşarsan doğrudur’ gibi ahkamlar kesemeyiz. Bundan dolayı kimseyi eleştiremeyiz de. Kişiyi acıyı yaşama açısından bir kalıba sokmaya çalışan ve yargılayan insanlar, cahildir. Çünkü ancak ‘düşük bilinç düzeyi’ yargılar, anlamaz, merhamet, şevkat ve anlayış gösteremez. Bunlardan uzaklaşır, yargı gözlüklerini takar, suçlu arar ve baskı kurmaya çalışır. Genellikle ölen kişiyle ilgili vicdanen kendini kötü hisseden kimselerde bir yansıtma şekli olarak günah keçisi arama eğilimine rastlamak da mümkündür.
4-Teselli vereceğim derken acıları karşılaştırıp üstünlük taslamamalı
Travması olan kişinin derdini çok iyi anladığını göstermek için bazı insanlar, kendi yaşadıkları acıları büyütür. Demeye çalışırlar ki, “Ben neler yaşadım, seninki ne ki”. Oysa acılar yarıştırılamaz, sadece acının herkese göre değişeni vardır. Acıları karşılaştıran, yarıştıran kişilerden mutlaka uzak durmak gerekir. Çünkü mutlaka kendi içsel dünyalarıyla ilgili başka bir derdi vardır bu kişilerin. Aynı şekilde kişisel yoğunlukları ve gündelik sorunları da ölüm travması yaşayan kişinin acısına üstünlük getirecek gerekçeler olarak görmek mümkün değildir. Hatta bunları öne sürerek anlayışı travma yaşayan insandan bekleyebilmek, onun acısını bir nedenden küçümsemek, yine düşük bir bilinç düzeyinin yansımasıdır.
5-Kimse travmanın esas sahibinden daha çok acı çekiyormuş gibi acıyı körüklememeli
Ölüm, en yakınından başlayarak etrafını kademe kademe etkiler ve elbette herkes kendi ölçüsünde acıdan payını alır. Burada insanlar, acının en yakınında olan birincil muhattap veya muhattapları ile acılarını yarıştırmamak gerektiğini bilmeliler. Kimse acının birinci muhattabı kadar o acıyı yaşayamaz. Basitçe duygunu ifade etmek ve acıyı körükleyecek ifade ve tavırlar sarfetmemek, her şeyden önce karşı tarafın acısına saygı duyulduğunu gösterir. Kişilerin bu noktada gerekli hassasiyeti çoğu zaman göstermediklerini görüyoruz. Ölen kişinin en yakınlarına karşı “ölecek insan mıydı, hala öldüğüne inanamıyorum, şoktayım’ gibi ifadeler kullanmak sağlıklı değildir. Kişi bu konuyu özellikle konuşmuyor veya konuşamıyorken bu konuyu deşecek sorular sormak, acıyı gündeme getirecek yorumlar yapmak doğru olmaz. Travma yaşayan kişilerin bunlara ihtiyacı yoktur, ateşe körükle gidenlerle diyalog kurmamak en doğrusudur.
6-Nasıl destek olacağını bilmiyorsa açıkça bunu söylemeli
Destek vermek isteyen biri, eğer bunu nasıl yapacağını bilemiyorsa, sessiz kalarak samimiyetinden mahrum bırakmak yerine, hissettiklerini ifade etme yoluna gitmeli. Örneğin, “Sen benim daha önce yaşamadığım büyük bir acı yaşıyorsun, nasıl destek olacağımı bilemiyorum, benden ne istersin?” diye sormalı. Diyelim destek verecek kişinin de ayrı bir travması, bir sıkıntısı var, o zaman arayıp sormamak yerine, “Sana destek olacak gücü kendimde göremiyorum, eğer yanında olmazsam, seni aramazsam beni anla, ama sen benim canımsın, bunu bil” demesi gerekir. Yani kişi kendini ifade etmeli her durumda.
7-Yazdıklarında ve yaptıklarında samimi olmalı
Bir kayıp yaşayan kişinin etrafındaki herkes, destek verirken bir şekilde doğru olduğunu düşündüğü şeyi yapar. Baş sağlığı dilemek, kişilerin duyarsız kalmadığının bir ifadesi olabilir ancak kişi ne yaparsa ve yazarsa yazsın, abartılı sözlerden kaçınmalı ve gerçekten duygularında samimi olduğunu göstermelidir.
Röportaj: Nihal Yuvacan