Bizi izleyen gökkuşağı
Göklerden ve gözlerimizden yeryüzüne düşen her bir damlada kimbilir biriken kaç karanlığın izi var? Biri bazen diğerine karışıp daha büyük bir damla olurken, kadrajımızdan sessizce izliyoruz hızla aşağıya düşüşlerini.
Her birinin ömrü, ansızın açmaya mahkum olan güneşe bağlı. Kalbinizin camlarına ne kadar tutunmaya çalışırlarsa çalışsınlar, siz gerçeği kalbinizin en derininde biliyorsunuz: Kadrajda aslolan damlalar değil, yolun kendisi. Size, gözünüzün yaşına, karanlığınıza ve aydınlığınıza bakmadan devam eden bir tek o.
-o-
Yol devam ederken ağaçların iskeletleri, yorgun kışı selamlıyorlar kuru dallarıyla. Çıplak kaldıklarından, yapraklarıyla gövdelerine gizledikleri kuş yuvaları ortaya çıktığı için midir bilinmez, sanki biraz mahçup, biraz da bilgece insana soruyorlar: ‘İçimizdeki tüm yaşamları görebilmeniz için ille de tüm yapraklarımızı dökmemiz mi gerekiyor?’
‘Bilmiyorum’ diyorum. ‘İçimizdeki gücü görebilmemiz için bazen bizim de tüm parçalarımızı kaybetmemiz gerekiyor’ diye içimden geçiriyorum.
Bir ağaç gibi kök salmak veya içinde bir yuvayı koruyarak yaşatabilmek için bazen sakince baharı beklemek gerekiyor. Anlamaya çalışıyorum ağaç olmayı ve rüzgarda salınarak selam veren dalına elimi kaldırarak karşılık veriyorum.
-o-
Derken bahçemizde Mart’la beraber kendini gösteren çiçekli küçük ağaç, sadece 1 ay sonra bana düşündüklerimi kanıtlamaya kararlı bir duruşla göz kırpıyor. Hava soğumuş mu, insanlar yıkıntılar arasından kendini, ezilen kalbini, yanan ciğerini çıkarmaya mı çalışıyormuş, onun umrumda değil. Onun görevi sadece çiçek açmak, takvimine bakmış ve çiçek olmanın en saf sorumluluğuyla ‘işte zamanı geldi’ diyerek pıtır pıtır harekete geçmiş.
Doğanın kendine has bu düzeni, insana şunu mu göstermeye çalışıyor?: “Dışarıda ne kadar acı olursa olsun, sen kendi doğana uygun şekilde yaşamaya devam ederek ayakta kalabilirsin”. Belki de dengeyi bulamamamız, acıya kendimizi kaptırıp kendi doğamızı hiçe saymamızla da ilgili. Kendini unutma diyor, doğa. Biz duymuyoruz.
-o-
Bu bana yapmakta en zorlandığım şeyi, ‘peşin endişeyle hiçbir şeyin olmasına engel olamayacağım gerçeğini’ hatırlatıyor.
Annemin ölümünden 1 yıl önce, henüz hastalık teşhisi konmamış, ağaçlarla dolu yeşil bir alana bakan pencere kenarında oturuyoruz karşılıklı. Annem ağaçlara bakıp bakıp üzülüyor. “Bu bahçeye de bina dikeceklermiş ama ben burasını izlemeyi çok seviyordum, şimdi nereye bakıp bir oh çekeceğim” diyor. Moral vermek isteyen bir çırpınışla, depreme karşı insanların güvende olması gerekliliğinden bahsedip kendimce onu rahatlatmaya çalışıyorum. Zira en büyük korkusu, -bu korkunun kendisi için boşa olduğunu bilmeden-, depremde ölmek…
Sonra başını göstererek ‘Gel Nihal bir bak” diye beni yakınına çağırıyor. O sıralarda saç dökülmesine karşı yeni bir ilaç kullanıyor ve ilacın etki edip etmediğini anlamak için saçının aralarında yeni teller çıkmış mı diye soruyor bana… Yeni çıkanlar olduğunu söyleyince ben, yüzü gülüyor. Ayağını bana uzatıyor, masaj yapıyorum, konu değişiyor.
Böyle farklı farklı kaygılarla hayata devam ederken, sadece 1 yıl sonra herbirinin bomboş geleceği anlar yaşıyoruz. 1 yıl sonra hayatını kaybedeceğini bilse, ne önündeki bahçenin kapanacak olması, ne de yeni çıkmaya başlayan saç telleri umurunda olurdu biliyorum. İnsan onu bekleyenleri biraz olsun sezebilse, kimbilir neleri bir daha hiç düşünmez ve kimbilir nelere canını bir an olsun bile sıkmazdı?
Peşinen ödediğimiz her kaygı yüzünden bu hayattan bir alacağımız var. Kaygıyla geçen her uykusuz gece için bir gün; kendimizden çaldığımız her gülümseme için bir kahkaha borcumuz var.
-o-
Yol devam ediyor. Küçük kasabaların tek yönlü, tek tük arabalı yollarında, tüm evren bize aitmiş gibi gidiyoruz. Kuşlar yürüyor asfaltta. Kanatları varken, uçabilecekken yerde yürümeyi seçen bu ‘vizyonsuz’ kuşlara gülüyoruz. Sonra zaman geçiyor ve düşünüyorum. Belki yorgunluğun nedeni kanadın yokluğu değil de ağırlığıdır. Belki onlar da biz insanların konuşabileceğimiz zamanlarda susmayı seçişimizle içlerinden dalga geçiyorlardır. Gülümsüyorum ve kuşların kanatlarının yorgunluğunu da anlıyorum.
-o-
Gözyaşlarının arkasında kalan renkleri görmeyi temsil ediyor kadrajımdaki gökkuşağı. Yolu anlamayı, akışta olmayı, akışta karşına çıkan tüm bu saydığım şeyleri tek tek anlamayı temsil ediyor. Çünkü yol devam ediyor. Ben camdan gökkuşağını çekmeye çalışırken, Seço, “Bak buradan çek, daha iyi görünüyor” diyor. Oradan çekiyorum.
Yol sevdiğimle ve bizi izleyen gökkuşağıyla devam ediyor. Bütün renkleriyle, her ikisini de seviyorum.
Yazı/Fotoğraf: Nihal Yuvacan