Kız çocuğu
Siyah beyaz, eski bir filmin sonunda müzik eşliğinde yavaşça kayan yazılar gibi süzülüyorum hayatın içine.
Turgut Uyar’a yeniden kanıp göğe bakıyorum, ama o çok bulutlu… Sonra umuttan beslenen falcılar gibi çaresiz, suya soruyorum, kıpırtısız, cevap vermiyor… Dağlar, yüzümü bile göremiyor kendi dumanından… Korkum adımlarımdan büyük, kalbim yeryüzünden.
Giderek derinleşiyorum. Boy veriyorum ‘Benden buraya kadar’ dercesine. Ne yerde ne de gökte buna kulak verip duran bir acı yok.
Yapbozum eksik, tablomun güneşi, mavisi, sarısı, martısı yok. Gri bir fonda onlar varmış gibi yapıyorum. Martıların seslerini duyuyorum. Birkaç kayık hayal ediyorum.
Çok özlüyorum.
Yine de biliyorum. Eksik parçanın ne olduğu önemli değil. Hayat her parçayı dağıtıp dağıtıp yeniden koyduğun sürece, hayat. O, mükemmel parçaların biraraya gelmesinden oluşan mekanik bir sanat eseri değil.
Hayat, suyun kıpırtısındaki ışığı görebilmek için adım atmaktan vazgeçmemen gereken, bunu yapamadıkça o karanlık suda çok üşüdüğün bir yer.
Ve kendini her acıda yeniden doğurduğun bir yer hayat.
Karanlık bir suda, yaşından ve yaşadıklarından bağımsız, dimdik yol almaya çalışan kaç kız çocuğuyuz?
Kendini defalarca doğurmayı başaran bir insana kim gerçekten değersiz muamelesi yapabilir? #dünyakızçocuklarıgünü