Zaman üzerine kendimle konuşmalar

Hayat güçlü hafızası olan insanlar için, iyi ve kötü günlerin yıldönümleriyle dolu. Eğer tüm güzel anları ve tüm kalp kırıklıklarını tarihleriyle birlikte hatırlayabilen bir hafızaya sahipseniz, yaşam koca bir yıldönümü balonu. Üzerine eklediği yıllardan, ne kadar yol aldığından bağımsız.
Bazen bir tarih çok sevdiğiniz birinin doğumgünü ve aynı zamanda çok sevdiğiniz başka birinin ölüm yıldönümü. Hayat sanki bize kafa tutarak diyor ki, aynı anda iyi ve kötüyü pek bir maharetle içinizde taşıyabilen siz insanlar, işte aynı gün tek bir duyguya boğulmamayı da pekala öğrenebilirsiniz. Belki de o yüzden bazen acı hanenizin ilk kaydedildiği gün, taşındığınız yeni evde iyi ki buradayız diye perdeleri güneşe mutlulukla açtığınız o güne günün birinde usulca denk geliyor.
Yaşam bazen bütün tarihleri temize çekiyor.
Geçmeyecek sandığın karanlık günler geçiyor. Seni gözyaşınla ıslanmış yastığını çevirmeye bile mecal bırakmadan uykuya bırakan, kolunu kanadını kıran gecelerin aydınlığı gelmez sanırken sen; zaman, kalbinin dağılmış tüm odalarını sessiz sedasız temizleyip en güzel duvarına bir gün en güzel fotoğrafını asacağın güzel bir çerçeve bırakıyor.
Kalbimizin duvarları, belki hepimizin ilk kişisel sergisidir bu yüzden. Zamanın astırdığı, hiç çıkartamadığı ve bir anda yerinden indirttiği çerçevelerle dolu bir sergi.
Karanlığa anlattığımız masalları bir gün birileri duyup dinliyor. Ne gece aynı gece, ne gün aynı gün artık. Başının üzerinden ayrılmadığını düşündüğün o kara bulut, varsın gününe gölge eden insanların kalp karanlıklarına karışıp başka göklere uzasın bir gün. Bırak gökyüzün berrak ve boşalan çerçevelerin aydınlık gülümsemelerle dolu kalsın.
Çünkü gerçek değişmez.
Birileri kendini kandırmaya devam eder, birileri iyi hissetmek veya iyi olduğuna inanmak ve inandırmak için hem kendine, hem başkalarına yalanlar söyler. Kendi kötülükleriyle yüzleşmekten kaçan her kötü için bir diğeridir en kötü olan. Ama gerçek değişmez. Yastığına başını koyduğunda, diğer herkes ve her şey uyurken gerçek orada öylece durmaya devam eder.
Sadece bu nedenle, mutlu olmak her zaman en güzel cevap. Girmediğin tüm yarışların galibi, gizli öznesi, kalpte kazananı olarak kendi yolunda öylece, özgürce ve inanarak yürümenin huzurunu yaşamak, en güzel cevap.
İnsanın yetişkin olabilmesi zaman alıyor, bu biraz kendimizle, biraz yaşadıklarımızla ve yaşayamadıklarımızla ilgili. Güzel bir şey olabilmek, eser miktarda acı, zaman ve bekleyiş, emek, sorgulama, hırpalanma, suçlu arama, kendini suçlama veya gerektiğinde suçlamayı bırakmayı gerektiriyor. Ağlamanın bile anlamsızlığını, insan yeterince uzun ağladıktan sonra farketmez mi mesela? Bir insandan vazgeçme eşiğine, ona verilen bütün şanslar hunharca kötüye kullanıldığında gelinmez mi? Yeterince sorguladığında bir gün cevaplar kendiliğinden saklandıkları yerden çıkmaya başlar. Sorgulamayanlar da işte çocuk yetişkinler, yaşadığı şeyin sorumluluğunu alamayanlar, neden-sonuç ilişkisini kuramayanlar, hep bir başkasından çözüm bekleyenler, başkasının hayatına kendilerini dayamaya çalışanlar, yeterince kötü ve yeterince beyinsizler.
Peki, 10 saatinizi sıkıntılarla dolu bir yolculukta geçirdiniz diyelim. Otobüsünüz durdu bir yerlerde, hiç ilerleyemeden saatler geçirdiniz. Sonra yol açıldı, ilerlerken bu sefer kaza oldu, yaralananlar, hatta ölenler oldu. Yola düşe kalka devam ettiniz. Sonra belki yan koltuğunuzda oturanla anlaşamadınız, arkada oturana gıcık oldunuz, yerinizi değiştirdiniz. Bu sırada pencereden yansıyan güneşle avundunuz, yol üstü kahvaltıcılarında, verdiğiniz molalarda unuttuğunuz oldu yolun sıkıcılığını. Derken 11’inci saatte hep hayalini kurduğunuz o mükemmel yere ulaştınız. Vardığınız yerin güzelliği size ne hissettirir?
Yolun yorgunluğundan bunu tam anlamıyla farkedemez misiniz yoksa sonunda sadece güzelliğe odaklanarak ‘oh beee mi’ dersiniz? Ya da kaybettiğimiz saatleri zihninizde tutup, arada bir hayıflanır, keşke’lere mi girersiniz?
Hayat işte geçen saatlere ve belki de yıllara aldırmadan vardığı o yerin mükemmelliğini yaşayabilenler için akıyor. Kaybettiği saatlere ve yıllara takılıp duranlar, sırf bu yüzden bugününü, vardığı veya varacağı yeri göremeyenler mutsuz. Ve aslında vardığımız yerdeki o güzelliği tam da kaybettiğimiz o saatlere ve yıllara borçluyuz. O yolu geçebilme, yürüyebilme ve varabilme cesaretimize. Bazen o güzel yere ulaşabilmek için maalesef ki o kötü zamanı geçirmemiz gerektiğine.
İnsan ama işte böyle her zaman ermiş gibi gezemiyor. Ben de geçenlerde kendimi “Keşke bugünkü şu mutluluğumu yıllar öncesinde ailem varken yaşayabilseydim. Çok iyi olduğumu onlar ölmeden önce gösterebilseydim onlara” diye düşünürken buldum. Boşa geçen, mutsuz zamanların, büyük kayıpların sonunda gelen mutluluk, fazlaca gecikmişti o an için. Ama konuştukça hep geldiğimiz nokta, belki de her şey, bizim onun kıymetini en çok anlayacağımız zamanda veya yaşadığımız ne ise ondan en çok şeyi öğreneceğimiz zamanda oluyor. Her şey, aslında olması gereken zamanda oluyor ve böylesinin daha güzel olduğunu insan ancak zaman geçtikçe anlayabiliyor.
Anlayabildiklerimize, gerçeklere ve kalplerimize astığımız gülen yüzlü çerçevelere…