8 Mart felsefesi: Kadın doğulmaz, kadın olunur
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, 8 Mart 1857 tarihinde Amerika’nın New York kentinde 40 bin dokuma işçisinin daha iyi çalışma koşulları isteğiyle bir tekstil fabrikasında greve başlaması sonrası çıkan yangında can veren çoğu kadın 129 işçinin anıldığı, ‘kadın haklarının ve eşitliğin’ dünya çapında gündeme getirildiği, önemli bir tarih… Ülkemizde son yıllarda kadına yönelik şiddet ve cinayet haberlerinin artması, bir taraftan çeşitli kurum ve kuruluşların önderliğinde kadın hakları konusundaki farkındalığımızı uyandırırken, bireylerden önde gelen şirketlere, aktivistlerden derneklere kadar toplumun pek çok kesiminin her geçen gün daha çok yaydığı kavram, ‘toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığı’ oldu. Yazar Simone de Beauvoir’ın bu kavramın altını çizen, “Kadın doğulmaz, kadın olunur” şeklindeki ünlü sözü bizlere, toplumun zaman içinde kadına yüklediği, kadının sosyalleşme içinde farkında olarak ya da olmayarak içselleştirdiği rollere ilişkin farkındalık geliştirmesi ve bunlardan soyunmasını anlatır…
Artık ‘Kadınlar çiçektir’ diyerek geçiştiremeyeceğimizi, kadınlara değerlerini sadece ‘çiçek vermek’ suretiyle gösteremeyeceğimizi anlatan 8 Mart’ı yakışır şekilde anabilmek için ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ alanındaki farkındalığımızı nasıl artırabiliriz? İletişimde hangi dili ve ifadeleri kullanmalı, bakış açımızdaki ezberleri nasıl bozmalıyız? Yanıtlarını, bu alana özel danışmanlık veren, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kariyer Tasarımı ve Planlama Danışmanlığı Öğretim Görevlisi, Kariyer Koçu Altan Özen ile konuştuk…
GECELERİ DE SOKAKLARI DA İSTİYORUZ
1.8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün özellikle içinde bulunduğumuz dönemde taşıdığı önemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok uzun ve zorlu yılların ardından 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü giderek daha çok önemsiyoruz. Pek çok kadın kuruluşu ve derneğin yanı sıra, bu yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu güne özel olarak 22 farklı noktada etkinlik düzenleyecek, bu bile önemli bir gösterge. 20 yıl önce İstiklal Caddesi’nde 8 Mart’ta 50-100 kişi yürürken, şimdilerde caddeye sığmayan, ihtişamlı bir kalabalığı görmek, müthiş bir duygu. Bu bize kadınların dayanışmayla sağladığı gücün ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Kadınlarla ilgili dernek ve kurumların sayısı da günden güne artıyor.
Mor Çatı, Kadın ve İnsan Hakları projesi, Kadın Eserleri Kütüphanesi gibi ilk kurulan vakıf ve projeler, 25, 30’uncu yıllarını kutlamaya hazırlanırken arkalarında pek çok proje, pek çok dayanışma hikayesi bıraktı. Kadınlara çiçek vermekten öteye gitmeyen 8 Mart’lardan bugünlere geldik. Kadınların erkekler tarafından tanımlanmasına karşı duran böyle bir günde, bu tanımlamayı ‘Kadınlar çiçektir’ diyerek’ yeniden üretmek, ilginç bir tezatlık yaratıyordu. Şu an o günlerin çok ilerisindeyiz. Kadınların ataerkil baskıların sorgulanması adına ‘gece yürüyüşü’ yapmaları gelenekselleşti. Akşam geç saatte evine dönen kadınların ahlakını sorgulamadığımız, yeni neslin seçimlerinde özgürleşmesini sağlayan bir slogan oldu: “Geceleri de sokakları da istiyoruz”. Bunun en büyük nedeni ise tabii ki son dönemde yaşanan kadına şiddetin ve kadın cinayetlerinin artışı… Kadınlara tam da bu nedenle ‘cinsiyetçi’ yaklaşmayarak ve onları ayırıp ikinci plana koymayarak hak ettikleri eşitlik boyutuna taşıyabiliriz.
DAHA ÇOK GÖRÜNÜR OLMALI, DAYATMALARI SORGULAMALIYIZ
2-Kadın haklarını anlamak, ‘Toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığı’ ile adeta özdeşleşti. Bu kavramı anlatır mısınız, toplumca bu kavramın ne kadar farkındayız?
Toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığı, son 3-4 yıldır daha çok gündemimizde. Biyolojik cinsiyetimizin dışında bir de toplumun kadın ve erkek olarak bize giydirdiği bir cinsiyet ve o cinsiyetten beklediği roller, yüklediği sorumluluklar ve talepler var. Biz genellikle toplumun “Kadınlar şöyle olur, erkekler şöyle olur” direktifleriyle büyürken, bu dayatma ve söylemlere göre kararlarımızı, seçimlerimizi yapıyor ve sonucunda içimizde ukdeye neden olan ve gerçek potansiyelimizi açığa çıkartamadığımız yaşamları sürdürmek durumunda kalıyoruz. Yazar Simone de Beauvoir’ın meşhur sözü “Kadın doğulmaz, kadın olunur”, toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığının da iyi bir tanımı aslında.
Toplumun yaklaşımı, medya organları, reklamlar, diziler, mavi ve pembe renklerle dünyaya geldiğimiz andan itibaren algımızı etkiliyor. Kız çocuğu olarak daha cici, daha hanım hanımcık olmak doğru kabul ediliyor. Kadına ‘evine daha çok vakit ayırabilir’ denerek öğretmenlik mesleği uygun görülüyor, ‘yuvayı dişi kuş yapar’ denilerek evdeki tüm yükü sırtlanmaları destekleniyor. Buna karşın, erkeklerin suyunu bile kendisi alamayacak şekilde yetiştirilmelerine rağmen, doktorluk, avukatlık, mühendislik gibi daha sert mesleklere yönlendirilip maddi yükü üstlenmeleri yine toplumun yarattığı bir diğer algı. Kişisel farkındalıkla bu noktaları daha iyi sorgulamamız, dilimizi ve anlayışımızı buna göre şekillendirmemiz gerekiyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği sadece evde iş bölümü ve meslek seçiminde karşımıza çıkmıyor. Kadınlar bugün, şirketlerin yönetim kurullarında, CEO kadrolarında, milletvekili, vali oranlarına baktığımızda ve karar verme mekanizmalarında görünür değil, 20 yıl öncesine göre daha ilerlemiş durumda olsak da daha çok alınacak yol var.
Reklamlardaki algı ise yavaş yavaş değişiyor. Bir zamanlar temizlik ürünlerinin reklamlarında evi temiz oldu diye mutluluktan dans eden, çarşaf ve perdeler pırıl pırıl oldu diye kahkahalar atan ve hayatındaki en büyük sorunun tavadaki çıkmayan yağlar olduğu kadın figürlerini görüyorduk. Artık erkeklere de bu noktalarda rol verildiğini, eşit biçimde yer almaya başladıklarını görüyoruz.
OLUMLU MESAJLARDA ERİL DİLİ KULLANMAK YANLIŞ
3-Kadınlar ve erkekler olarak cinsiyetçi olmamak adına nasıl bir dil kullanmalı, hangi kelimelerimizin ezberini bozmalıyız?
Eğer kullandığımız dilde cinsiyetçilik devam ediyorsa, biz tam olarak konunun farkındalığına sahip olamıyoruz. Kadınların bile bazen bilinçdışı biçimde ağır bir cinsiyetçi dil kullandıklarını görebiliyoruz. Ağırlıkla erkeklerin küfürlerinin tamamı kadınlar üzerinden oluyor. Kadın ve erkek olmaya dair bu tür ezberler bozulmalı. ‘Doğru düzgün işini yap’ yerine, ‘adam gibi yap’ diyoruz veya ‘adam gibi konuşalım’ … Olumlu mesajlarda eril ifadeler kullanıyoruz. İnsanlık veya insan evladı gibi alternatifleri varken ‘insanoğlu’ diyerek bir cinsi görünmez kılıyoruz. Bilim adamı ve iş adamı yerine bilim insanı ve iş insanı kullanımı yerleşti örneğin, bu olumlu… Değişim yavaş olsa da çaba çok fazla. Yine günlük hayatımızda ‘anasını satmak, delikanlı kız, evde kalmış, hanım evladı, sözünün eri, kız gibi kırıtmak, hanım hanımcık, kız almak-kız vermek, kadınlar hamamına çevirmek, kızını dövmeyen dizini döver’ gibi pek çok cinsiyetçi kavram ve deyişi kullanmamamız gerekiyor. Ayrıca ‘kadın’ kelimesi olumsuz, sakıncalı veya kirlenmiş bir kavrammış gibi, yerine daha kibar ve edepli olduğunu düşünerek bayan demek yanlış. Bay-bayan, erkek-kadın şeklinde kullanmak doğrusu… Bunlar örtülü olarak kadını eşit görmeyen kelime ve ifadeler. Mikro yaklaşımların değişmesi, makro açıdan da sorunları çözecektir.
Toplumun farklı kesimleri artık şunu kabul etmeliler ki, kadınlar var, kadınlar var olduklarını haykırıyorlar ve bir şeyler eskisi gibi olmayacak. Yani kadınlar karar alma mekanizmalarına girecekler, siyasi ve yönetim seviyesinde daha çok söz sahibi olacaklar. Bir araya gelebilmeyi başarıyorlar, güçleri var. Bunu kabul etmek gerekiyor. Kadın, namus cinayetlerini, eşit olmayan ücret durumlarını, görünür olamamayı konuşuyoruz bugün, herkes kendini bu noktada sorgulamalı. Kulakları tıkamayalım ve nasıl bir dünyada yaşamak istediğimizi sorgulayalım. Bu eşitliğin sağlandığı bir dünya aslında erkekler için de son derece kolaylaştırıcı, rahat ve özgür. Onlar da sürekli kısıtlayan, kontrol ve baskı uygulamak zorundaymış gibi hisseden, duygularını göstermeyen, koruyan, kollayan, atak olmak durumunda olan kişi olmak zorunda değiller, erkekler de sistemin bir anlamda kurbanı.
EĞİTİMLER, SEMİNERLER, ŞİRKETİÇİ SÖZLÜKLER ARTIYOR!
4- Şirketler ve kurumlar bu alanda hangi çalışmalarla toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığına önderlik yapıyor?
Belediyeler bu konuda eğitimler almaya başladı. Büyük ölçekli önemli şirketler bu konuda eğitimler düzenliyor. Dilimizi eşitliği içermeyen mesajlardan arındıran ‘şirket içi sözlükler’ yayınlıyor. Koç, Sabancı, Borusan ve daha çok firma bu konuda danışmanlarla çalışıyor ve çalışanlarının toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığına kavuşmaları için elinden geleni yapıyor. Koçluk mesleği için de bu çok önemli. Öğretmenler için bu alanda eğitim veriyorlar, örneğin Sabancı Grubu Mor Sertifika programında bu sertifikayı alan öğretmenlere seminer veriyor. Yönetim kurulu başkanının kadın, yönetim kurulu üyelerinin erkek olduğu Yanındayız Derneği, Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği, iş dünyasında fırsat eşitliği adına örnek çalışmalar yapan Eşit Adımlar Topluluğu, AÇEV gibi kurumların çalışmaları, bu kapsamda. Üniversitelerde kampüs cadıları, taciz ve cinsiyetçi yaklaşımları ifşa ediyorlar, karşı duruş geliştiriyorlar…
Polis, psikolog ve avukatlar için de toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığı eğitimi düzenlendiğini duyuyorum. Şiddet yaşayan kadınların şikayet ettiği mercilerin de bu konuda bilinçli olması, kadını muayene eden doktorun, şikayet ettiği polisin ve danıştığı avukatın bu eğitimi almış olması çok önemli.
Röportaj: Nihal Yuvacan
Mabel Blog’ta 8 Mart 2020 tarihinde yayınlanan yazımdır.