Biraz konuştuk
Büyüyünce şeflera olacakmış, öyle karar vermiş bu sabah.
Neden son zamanlarda daha çok bitki çeşidine merak saldığımı ve apartman sakinlerinin beni sürekli neden elinde saksı evine dönen Leon gibi gördüğünü bir kez daha anladım. Filmdeki gibi tetikçi olduğumu söyleyip, bunun pencereden başını sarkıtıp duran meraklı teyzeleri korkutup dağıtmasını çok isterdim ama henüz öyle bir teknoloji keşfedilmedi. Yani meraklı herhangi bir teyzeyi durduran, üstün bir teknoloji.
Öyle sabahlar oldu ki, sabahları uyanmak istemedim. Ya da kalktığımda içeri ışık girmiş, girmemiş bununla ilgilenecek kadar bile ‘gündüz’ ile ilgilenemedim. Çok sonra bir gün, kolumu kaldıracak bile gücümün olmadığı bir sabah, gözümü açtığımda ilk aklıma gelen şeyin perdeleri açmak olduğunu, çünkü ışığa ihtiyacı olan bir sürü yeşil şeye sahip olduğumu hatırladım. Yaşama isteğini bir zorunluluk gibi öğreten bir sürü yeşillik. Benimle birlikte direnen, nefes alan.
Bu şeflera aslında zarar görmüştü. Fidanlığın sahibi adam, aldıklarımın bulunduğu torbaya bunu hediye olarak bıraktı, ‘Sen bakarsın, bakmayı dene bir bakalım’ diyerek. O gün detaylı incelemesem de arasından yükselen yavru şeflerayı bu sabah farkettim ve en taze haliyle bana şöyle dedi, “En az senin kadar yorgunum. Oradan oraya savruldum. Yaşamak çok zor biliyorum. Perdeyi benim için açık tutarken, bunu kendin için de yapmaya çalıştığını farket. Bir gün bahar geldiğinde ve ben büyüyüp yanımdakiler gibi olduğumda, sen de bugünden daha iyi olacaksın.”
Tomris Uyar’ın dediği gibi “Bir şeylerin dışındayım, biliyorum. Daha doğrusu bir şeyler bensiz sürüp gidiyor.” Ben de ona bunu söyler gibi baktım. Henüz anlayamadığı bir dilde konuşmuş da olabilirim bilmiyorum.
Haklı olduğuna inanmak istiyorum ve bir yerlerde güneşin içeri girmek için hazır beklediğine. Bahara ve büyümeye…