Acının etrafında büyümek

Psikoterapist Lois Tolkin, bir makalesinde yasın zamanla azalacağına karşı çıkarak ‘acının etrafında büyüme modeli’nden bahsetmiş. “O değişmiyor, biz büyüyoruz” diyerek, ‘Zamanla her şey hafifler’ savının karşısında dik duran, ayakları yere basan, daha bir halden anlayan bu bakış, benim kalbime dokundu.
Çünkü ne kadar zaman geçerse geçsin, bazı zamanlar hiçbir şey geride kalmamış gibi oluyor. Olaylardan veya büyük büyük anılardan daha çok, belki kaybettiğin kişinin bile hayatta olsa hatırlamayacağı detaylar, hiç planlamadığın şekilde zihninde beliriyor. Hastaneden dönemediği evde ayağından en son çıkardığı ve tekrar giyemediği terliğin mahzun duruşu insanın aklına durup dururken gelir mi, geliyor. Bir gün beraber film izlerken, bir an bana baktığını farkettiğimde göz göze gelmemiz ve öpücük attığı bir minicik an, ansızın beliriyor.
Onu kaybetmemizin ardından hattını kapattırmak için başvurduğumuzda işlem ne yazık ki yaklaşık 3 ay sonra tamamlanabildiği için, tüm whatsapp konuşmalarında fotoğrafının birden kaybolduğu ve -gruptan ayrıldı- yazdığı an, bu kez tamamen gitmiş gibi, hiç olmayacak bir yerde karşıma çıkıyor mu, evet çıkıyor.
Karşıma çıkan bu an’lar bazen can yakıyor, bazen de tuhaf bir şekilde o an’lara sahip olmanın o an’lara hiç sahip olamamaya zafer işareti çaktığı bir tür masum galibiyet yaşatıyor. Cebimdeki gizli pırlanta, ceketimdeki görünmeyen rütbe, yaptığım güzel yemekteki gizli dokunuş, omzumdaki gizli el ve canımda taşıdığım tüm yadigar hücreler şimdi onlar.
Bir falcının tekrar gelebilmemiz için söylediği sevindirici şeylere gerçek olmadıklarını içte bir yerlerde bilen mahzun bir gülüşle, insanların teselli diye söyledikleri tüm şeyleri selamladım. Birkaç gerçek dostun el sallayarak beni uğurladığı bir kabulleniş trenine bindim ve cama yorulmuş yüzümü dayadım.
Yol uzundu, ağaçları, çiçekleri, evleri geçtim. Akışta izledim hızla akan dünyayı, elimde sevdiğimin eliyle, tek tek geçtim her bir gözyaşını. İnsanları eledim, kötüleri eledim, şehirleri eledim.
Ölüm, di’li geçmiş tüm zamanları geniş zamanlara çevirdi. Ve tüm uzun, düşünülmüş, süslenmiş yazıları, ne yazarsa yazsın kendini ne kadar doğru ifade edebileceğinden şüphe eden kısa ve sade cümlelere.
Budist aktivist Thich Nhat Hanh’ın “Eğer bir bardak suya, bir avuç dolusu tuz atarsanız, o su içilmez olur. Ama bir avuç tuzu bir nehre atarsanız, insanlar hala o sudan içip, yemek pişirebilirler. Nehir kocamandır, kabullenme ve dönüştürme yetisi vardır” deyişi de bana yasın etrafında büyümeye benzer bir şeyi hatırlattı.
Yasın etrafında büyüyorum Tolkin’in dediği gibi veya Hanh’ın dediği gibi denizimi büyütüyorum. Yeni bir şehre daha taşınırken, onların çerçeveleyip duvarıma astığım fotoğraflarını tek tek özenle yeniden sarıyorum.
Babamın bir esprisini -böyle derdi- diye anlatıp gülüyorum kimi zaman. Bazen şans getirsin diye annemin yüzüğünü takıyorum. Birilerini kaybetmiş herkesi, en önce ben anlıyorum. Bugün yaşların ilerleyemediği bir pastaya daha yeni bir mum koyuyorum.
İyi ki doğdun İso.