Tatlı sarhoşluk
Adam, boşvermiş meydana. Yorgunluğunu şapkasının altına saklamış, gözlerini kapatarak şehirden uzaklaşmış. Kalender, umarsız, kim ne düşünür diye aldırmadan tatlı bir sarhoşluk içinde. Belki içkiden, belki mutluluktan, belki yorgunluktan, ‘ne sarhoşu’ olduğunu bilmediğimiz kendinde olmama hali, ne olursa olsun, ne güzeldir. Gerçeklikten uzakta bir yerlerde dolaşmanın rahatlatan uyuşukluğu. “Öyle sarhoş olsam ki/ bir daha ayılmasam/ her şey bir rüya olsa/ unutarak uyansam” der eski bir Tanju Okan şarkısı. İlk duyduğumda ‘unutarak uyansam’ kısmı, her ütopik, fantastik ve cezbedici varsayım gibi güzel gelmişti kulağıma. Çünkü Orhan Kemal’in dediği gibi “güçlü bir hafıza, ağır bir cezadır”. Gözümüzü kapatıp, şehrin ortasında tüm hayalleri ve gerçekliği uyutabiliriz birkaç saat için. Sonra hayat kaldığı yerden devam eder ve zamanı geldiğinde adam irkilip şapkasını düzelterek oradan uzaklaşır.
Her tatlı sarhoşluğun onu ayıltan, zamansız ve gereksiz bir duvarı vardır. Hayallerse duvarlara çarptığında ölmez, daha iyi bir ifadeyle ‘duvara çarpıp ölen şey gerçekten hayal değildir’. Sınırlarını başka birilerinin çizdiği şeye de siz hayal diyebiliyorsanız, onu ben bilemem.
Hayatta unutmaya çalışmak, umudu kaybetme korkusundan daha ağır değil. Aslında unutarak uyanmak yerine, umudu kaybetme korkusundan arınarak uyanmak daha ütopik ve güzel bence. Belki şapkamızı başımıza alıp, bir meydanda kendimizden geçme zamanımız çoktan gelmiştir. Kimbilir?
Yazar: Nihal Yuvacan