Sizin kerteriziniz kim?
Yağmurlu ve nereye gitsem sığamayacağımı düşündüğüm bir pazar günüydü. Henüz erken saatlerde, kuyruğunu soğukta kendine doğru iyice kıstırıp uyumaya çalışan bir sokak kedisi gibi yatağın içinde cenin halini alırken, yarım gözlerle kendimi sokakta yürüyorken hayal ediyor; sonra bu, yabancı bir filmin altyazısız karesiymiş gibi tekrar gözlerimi kapatıyordum. Odaya sızarsa biraz olsun güç verecek bir güneş sızıntısının olmamasına Müzeyyen Senar vokal yapıyor gibiydi ve o an bir rakı sofrası kurulsa tam olarak bu anın şerefine kadeh kaldırabilirdim. Ama ben bu çocuksu her şeyden uzaklaşma özgürlüğünü, odaya girdiğini varsaydığım hayali gün ışıklarıyla yok etmeye çalışıyordum. Saate bakarsak güneş tepeye doğru yükseliyor olmalıydı, görünse de görünmese de oradaydı işte, kalkmalıydım…
Üniversitedeyken tıpkı böyle bir günde beni uyandırmaya çalışan ev arkadaşıma uykuyla karışık ama gayet kararlı bir ifadeyle “Bugün hayata başlamak istemiyorum” demişim. Uyku semesi birine göre fazla derin gelen bu cümleye gülmüşlüğümüz çoktu. Gerçekte ise başlamak istediğimiz ve istemediğimiz günlerin toplamı olan hayatın zaten bize böyle çoktan seçmeli bir soru sorarak ve yanağımızdan öperek uyandırmadığını da sonradan gayet net bir şekilde anlayacaktık.
Bazı pazar günleri yaptığım gibi kendimi bir kilisenin en arka sırasında buldum sonra o gün. Dileğimle bir mum yakıp en arka sıraya geçtim ve aynı dine sahip olmadığım ama benimle o an orada ortak duygulara sahip olduklarını düşündüğüm insanların birbiriyle saygıyla selamlaşmasını izledim, kilise müzikleriyle duvarlardaki kabartmaları inceleyen gözlemci bir çocuk gibi. Ayinden sonra rahip, konuşmasını Türkçe olarak sürdürüyordu. Şöyle bir soru sordu:
“Sizin kerteriziniz kim?”
Kilisede elinde telefon, google’da ‘kerteriz ne demek’ diye ararken, bir an ne yapıyorum ben diye düşünsem de, çok geçmeden bunun bir denizcilik terimi olduğunu ve denizcilerin yön tayini yapabilmek için belirgin bir noktayı referans alması anlamına geldiğini öğrendim. Rahip, şöyle devam etti:
“Zor durumlarla karşılaştığınızda aklınıza ilk gelen kişi, sizin gerçek kerterizinizdir. O aklınıza ilk gelen kişi kim?”
Yatağınızda her gece uykunuza eşlik eden eşiniz, diğer tarafına döndüğünde sizi belki de hiç uyutmayan kederinizden ne kadar haberdar?
Yolumuzu kaybetmemek için kalıcı, değişmez değerlere göre yönümüzü belirlemeye ihtiyaç duyuyoruz. Fakat bugün insanlığın esas sorunu şu ki kalbimizin kerterizi yok veya değişken. Oysa biz güveni arıyoruz. Yüreğimizin sızılarını, acılarını, korkularını anlayabilen insana, dosta, sevgiliye, eşe ihtiyacımız var. Işığıyla yol gösteren, koruyan, sığınabildiğiniz bir limana ihtiyacınız var.
Peki siz sevdiklerinizin gerçek yaralarını görebilip onları yeterince sarabiliyor musunuz? Siz de onların kerterizi olabiliyor musunuz? Bir karanlığın içinden birlikte çıkmak ne demek, bunu biliyor musunuz?
İnsan zayıftır, değişkendir, bildikleri üzerinden yargılar, bilmediklerine yabancıdır. Bilinmeyen hep korkutucudur. Bugün kerterizlerimiz sağlam olmadığı için yolumuzu, rotamızı kaybediyoruz.”
…. diyerek ve aslında Tanrı’nın her insanın değişmeyen kerterizi olduğuna değinerek bitirdi sözlerini rahip…
O kiliseye gittiğim sabah, babamın sadece birkaç ay sonra öleceğinden habersizdim. Kilisede bana bırakılan tuhaf bakışlara aldırmadan aldığım minik notları bir yere kaydettim ve günü geldiğinde yazıya dökecektim kendimce.
Yaşarken de şimdi gittiği alemde de, benim kerterizim olacak babam. Rahip, -hey sen en arkadaki kafası karışık, sen cevap ver- diye direkt bana sorsaydı o zaman da aynısını söylerdim…
Çok kişinin sevdiğini ama kerteriz olmaya herkesin gücü yetemediğini anlatırdım üzülerek.
Ve güneş ışığının odamıza sızmadığı tüm sabahlar için bir yerlerde verecek iyi cevaplarımız olduğunu…