Sevginin bağladıkları
Sleepless in Seattle’da, 1.5 yıl önce ölen eşiyle ilgili Tom Hanks radyo kanalına bağlanıyor ve telefondaki doktorun ‘Onu bu kadar özel kılan şey neydi?’ sorusuna önce şöyle cevap veriyor:
“Program süreniz yeterince uzun mu?”
Sessizlik.. ve devam ediyor:
“Milyonlarca küçük şey, bunların hepsini biraraya topladığınızda biz birbirimiz için yaratılmıştık. Ve biliyordum.. Bunu ona ilk dokunduğum anda anlamıştım. Eve dönmek gibi bir şeydi. Ama bu bildiğim bir ev değildi. Ben yalnızca elini tuttum. Arabadan inmesine yardım etmek için.. Ve o anda anladım. Sanki bir büyüydü.”
Ben duygusal bir insan olsam da, film kesinlikle benden çok daha romantik insanlar için tasarlanmış, bunu kabul ediyorum. Ama ben de iflah olmayacak biçimde hala mutlu sonlara, mucizelere ve aşka inanan bir gerçek salağım, inkar etmiyorum.
Birini neden sevdiğinizin her zaman mantıklı bir açıklaması olmuyor. Bu bazen, öyle sıradan şeyler oluyor ki, buna siz de anlam veremiyorsunuz. Aşk gerçekse, bir başkasının kusur olarak görebileceği her şey size teğet geçebiliyor. Kimseye hiçbir şey açıklamak zorunda olmayacak olmanın korkusuz rahatlığıyla kalbinizle seçmenin ne kadar güzel bişey olduğunu biliyorsunuz en derininizde. Gerçekliği, saçmalaması, belki yanağında öpülmek için yaratıldığına sizi her gördüğünüzde inatla yeniden inandıran basit bir ben, ölene kadar dinlemekten bıkmayacağınız bir ses, her dokunduğunuzda daha iyi anlaştığınız bir ten, sorgulamaya gerek duymadığınız bir inanç, ruhunuzda ortak ihtiyacınız olan bir şefkat… Ruhla sevmek. Söze ihtiyaç olmayan tüm anların kalbinize açtığı görünmez, derin, kimsesiz, kalemsiz çizgiler.
Hiçbir zaman tanık olmadığınız bir çocukluğu, hiç yabancılamamak. Onu yerden kaldırıp, hiç büyümesini istemeden sizden bir parçaymış gibi sıkı sıkı sarılmak. Birinin sizden inatla sakladığı gözyaşlarını o izin vermese de silmeye çalışmak. Sarıldığında Amelie’nin “İnsan zamanı durdurmak istediği yere aittir’ sözünü yeniden hatırlamak.
Acı, kalbin büyüdükçe azalır mı?
Bugün rastladım, Budist keşiş, öğretmen ve aktivist Thich Nhat Hanh diye bir adam, şöyle şeyler söylemiş:
“Bir çiçeği çiçek yapan şeyler çiçek olmayan şeylerdir, klorofil, su ve güneş ışığı gibi. Çiçekten çiçek olmayan her şeyi çıkarırsak, geriye çiçek kalmaz. Bir çiçek tek başına var olamaz. Sadece bizimle beraber var olabilir. İnsanlar da böyledir. Kendi başımıza var olamayız.”
Demek istemiş ki, birine seni seviyorum dediğimizde, bunu kendimiz söylemişiz gibidir ama bunu benliğimiz demez, bize ruhla dedirten aşktır.
Devam etmiş: “Eğer bir bardak suya, bir avuç dolusu tuz atarsanız, o su içilmez olur. Ama bir avuç tuzu bir nehre atarsanız, insanlar hala o sudan içip, yemek pişirebilirler. Nehir kocamandır, kabullenme ve dönüştürme yetisi vardır. Kalbimiz küçükse, anlayışımız ve merhametimiz limitlidir, ve acı çekeriz. Diğer insanları ve hatalarını kabullenemeyiz ve değişmelerini bekleriz. Ancak kalbimiz büyüdüğünde, böyle şeyler bize acı çektirmez. Çok fazla anlayış gösterebiliriz ve diğer insanları kabulleniriz. Onları oldukları gibi kabullendiğimizde, değişim şansları da olur.
Haklı olduğunu düşündüm. Yine de kalbin büyük de olsa içini dolduran duygu da büyük olduğunda acın büyüyordu. Bu bir tür çelişki olmalıydı, Budist keşişle bunu tartışacak kadar keşiş hissediyordum, komikti.
Ve bir gerçek; bir başkasının acısını anlamak, o kişiye verebileceğiniz en büyük hediyedir. Anlamazsanız, sevemezsiniz.
Kendini ne zaman gerçekten mutlu hissedersin?
Ve Nordkraft filminden bir sahne de şöyle diyecekti.
-Kendini ne zaman gerçekten mutlu hissedersin?
+Şarkı söylerken mutlu olurum. Kırmızı şarap içip şarkı söylerken.
-İyi cevap. Ve sarhoş olduğumda kendimi iyi hissederim. Anladın mı? Bu aşkla olacak bir şey değil.
+Yani aşka ihtiyacımız yok mu?
-Elbette var. Fakat bu kendiliğinden olan bir his. Bir yardımcıya ihtiyaç duymaz.
Aşk, mutlu etmek için bir yardımcıya ihtiyaç duymuyordu. İşte onu diğerlerinden, diğer adamlardan ve diğer kadınlardan ayıran şey buydu. Mutlu olmak için onun yanındaki faktörlere ve detaylara ihtiyacınız yoktu. İnsan bu saçma dünyada bir tık daha mutlu olmak için türlü türlü bağlar kurarken, kendiliğinden olup tüm saflığıyla karşısına dikilen bir şeyi neden ıskalardı ki.
Gizli gizli terkettiğimiz milyonlarca şey vardı. Bazen çok boş, çok saçma gelen facebook dünyasında “gönderiyi gizle” dediğiniz, takip etmeyi bıraktığınız ama kimsenin ruhunun duymadığı birçok insan hala hayatınızın bir yerinde olduğunu sanıyordu ve çok da önemli değildi. Gizlice terkediyordunuz. Terkettiklerimiz bu hayatta ikiye ayrılıyordu: Bilerek terkettiklerimiz ve istemeden terkettiklerimiz.
Hayatın en büyük trajedilerinden biri bu ikincisiydi. Size seçme imkanı tanımıyordu.
Yazar: Nihal Yuvacan