Mutsuz olmak
Ahmet Altan’ın bir benzetmesi vardır. Der ki, “Acının yolu Mors alfabesi gibidir. Uzun bir çizgi= acı; küçük bir nokta= mutluluk; uzun bir çizgi= acı; küçük bir nokta= mutluluk; uzun bir çizgi, acı; küçük bir nokta, mutluluk…
Devam eder, “Acılar sarsıcı ve uzun, mutluluklar çıldırtıcı ama kısadır. Her uzun acı, kısa bir mutlulukla ödüllendirilir. Her kısa mutluluk uzun bir acıyla cezalandırılır. Acıyı seçenler hiç sıkılmazlar ama acılarla mutlulukların gitgelinde çalkalanıp dururlar, acı çizgilerinde mutluluk noktalarını bekler, mutluluk noktalarında şimdi bitecek diye endişelenirler.”
Biz genellikle noktaları arar ve oralarda yorgun ama tutkulu bir inatla kalmaya çalışarak Ahmet Altan’ı yanıltmak isteriz. Modern hayatın ‘mutlu kalma savaşı’nın ve her mutlu sonu ‘sadece pozitif bakmak suretiyle’ elde edebileceğimiz yönündeki ulu öğretilerin, insanın gerçek anlam arayışının içini boşalttığını düşünürken rastlamıştım ‘Mutsuz Olmak’ adındaki bu kitaba. Pozitif bakmayı ve mutlu olma gayretini küçümsemeyen, ancak mutlu olmanın bir şart ve mecburiyet olması durumunda, -o olmazsa yaşamanın da anlamı olmaz- diyebilen bu katı empozenin giderek mutsuzluğun kendisini yarattığını savunan bu kitap, aslında hayatımızın tüm mutlu ve mutsuz anlarıyla ‘birlikte’ değerli olduğunun altını çiziyor.
Kitapları dünya çapında 15 dile çevrilen felsefeci ve ‘mutluluk araştırmacısı’ Wilhelm Schmid, çıkışlar kadar inişleri de anlayarak, gerçeklerin farkına vararak, mutluluk diktatörlüğünden özgürleştiğimizde hayatımızı anlamlandıracağımızı ortaya koyuyor bu kitapta. O, soruyor: “Sadece hayatta kalmak ve ödevlerin ifası değil de mutluluk olabiliyorsa insanın meselesi, bu büyük bir kazanımdır. Peki ya mutluluğun kendisi ödev haline geldiyse? Ne kadar çok insan, sırf mutlu olmaları gerektiğine inandıkları için mutsuz oluyordur acaba?”
Keder gerçekten zihni güçlendirir mi?
Yazar Marcel Proust’un ‘Yakalanan Zaman’ adlı kitabında, “Beden için sağlıklı olan tek şey mutluluktur, ama zihni güçlendirip geliştiren, kederdir” saptaması, Schmid’inkilere benzer. Mutsuz Olmak’ta der ki, “Eski Ahit’te Süleyman’ın Meselleri’ndeki hikmetlerde de yas tutmak, gülmeye yeğ tutulur, zira bu tecrübe kalbi iyileştirir. O zaman insan, bambaşka bir yerden, bir uçurumdan bakarak tanır kendini. Ötekileri de başka bir yanlarıyla tanır: İyi gün dostlarının bir yerlerde bir işleri çıkıvermiştir de, keyifleri hoş tutma gayretinde pek atak olmayanlar, şimdi yanıbaşınızdadırlar, güvenebilirsiniz onlara.”
Sanatın ve bilimin tarihine bakarsak, Galilei’den Einstein’a, Madam Curie’den Vincent Van Gogh’a kadar pek çok kaşifin tüm yaratıcı fikir ve eserlerinin hoşnutluktan kaynaklanmadığını, onları harekete geçiren bir acı, bir gerginlik, bir keder olduğunu görüyoruz.
Gelin Schmid’in kitapta anlamlı bulduğum vurgularına yakından bakalım.
Hayatın hep güneşli yanında gidemeyiz
“Mutluluk üzerine çok fazla konuşmak, hiçbir zayiatı, hiç gölgeli yanı olmayan başarılı bir hayatın, başarılı bir ilişkinin mümkün olabileceği illüzyonunu besler. Bir başarıyı bir diğerinin izlemesi, kendini hayatın hep güneşli yanında zannetmeye vesile olur, başarısızlıkların art arda gelmesi ise hep gölgeli yanda zannetmeye; oysa bu seri bir vakit mutlaka bozulacaktır. Mutluluğu bir tür –daimi zevkte- aramak, mutsuz olmanın en emin yoludur. Bunun yerine, hayatınızda keyifsizliğe, hoşnutsuzluğa da yer açarsanız, enerji tasarrufu modunda bir yenilenmeye zaman yaratırsınız, böylece mutluluk dinlenip toparlanabilir. Hiçbir insan hep sadece nefes alamaz, yeniden nefes alabilmek için nefes vermelidir.”
Modern mutluluk kavramı üzerine…
“Elverişli ve hoş hayat şartları, bunlar için çaba sarfetmekteyken ve ardından bir müddet daha, teşvik ederler mutluluğu. Ama sonra, hayatın bu hedefe yönelmiş heyecanı foslar. Kendisine ne olduğunu anlamaz insan, oysa her şeye erişmiştir: İşim, ailem, arabam, evim. Hep bunlar içindi. Peki şimdi daha ne olacak? Refahın artmasıyla, onu kaybetme korkusu da artar. Seçme özgürlüğünün artması, sürekli tercihte bulunmanın ve bu tercihin sorumluluğunu üstlenmenin sıkıntısı büyür. Mutluluğun trajedisi, modern mutluluk kavramının insanları sistematik olarak mutsuzluğa sürüklemesindedir.”
Bunları kitaptan alıntılarken aklıma Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu’nun “herkesin hayatında bir kere dahi olsa kendisine sorup cevaplamalı” dediği o sorusu geldi: “Sahip olduğum her şeyi yitirdiğimde beni ayakta tutacak olan nedir?” Belki bu sorunun cevabını bulabildiğimizde, o bizim gerçek hayat amacımız veya bizi biz yapan gerçek potansiyelimizdir… Yanıtını bulmanın kolay olmadığını da düşünüyorum ama şundan eminim ki Schmid’in eleştirdiği modern mutluluk araçlarının hiçbirinin bu yanıtta bir yeri yok.
Hep pozitif bakma kaygısı, gerçeği görmeyi engeller
“Pozitif beklentilere sahip olmak ve iyimserlikle geleceğe bakmak iyi bir niyettir fakat negatif olanı göz ardı etmeye ve ona karşı vakitlice hazırlık yapamamaya sebebiyet verir. Ayrım yapabilen bir yaşam sanatı, olaylara yeri geldiğinde pozitif bakıp, bununla beraber negatif şeylerin kayıtsız şartsız farkında olmaktadır. Körü körüne pozitife inanıp da negatif ihtimale karşı körleşmemekte, eleştirel sorular sorup bir şeyleri iyileştirmeye çalışmaktadır. Hakikati istediğiniz gibi eğip bükemezsiniz. Yaşam sanatı, hayatın her iki yanıyla da geçinebilmeyi gerektirir.
Eğer hayatta meseleniz büyük duygular yaşamaksa, o zaman bunlar sadece sevinç, aşk ve cezbenin iyi duyguları olamaz. İnsan olmanın bütün imkanlarını yoklamak ve hayatın kemaline ermek için duygu hayatını tüm yelpazesiyle yaşamak gereklidir.”
Yazar: Nihal Yuvacan