Kingfisher
Uyuyakalmıştım. Gece radyoda bu şarkı çalarken uyandım, biraz önce.
Gecenin sessizliğinde bir filmin sessiz bir karesiymişim, ya da altyazım varmış ama okuyamıyormuşum, gibi kalktım. Odanın her yerinde havada asılı boş konuşma balonları vardı. Huzurlu, doldurulması gerekmeyen, yanıtlanması beklenmeyen üç noktalar.
Derininde bambaşka dünyaları, farklı canlıları, kavgaları olan kıpırtısız bir su ya da rüzgara kanatlarını bırakmış, düşmeye doğru iki çalımla dengesini bulan, uçmakla ilgilenmeyen bir kuş gibi süzülmek. O kuş kanatlarını başının altına alıp uyumaya çalıştığında gökyüzüne bakıyor mudur? Yoksa o da gökyüzüne gelişigüzel boş konuşma balonları mı bırakıyodur bilmiyorum. Onun gibi süzülmek ve çatıların, şu insanoğlunun bile bile karmaşık hale getirdiği sıradan dünyanın üzerinden geçip gitmek istiyorum.
Yung Pueblo adında medidatör bir yazar bir sözünde şöyle demiş, “How do you know it is true love? Because you feel free and at home at the same time”. Gerçek sevgiyi ya da aşkı tanımlamış en sade ve saf cümle bu olsa gerek diye düşündüm ilk rastladığımda.
Sonra hazır şarkı hala sürerken, bir hayal balonunun içine girdim. Çünkü kollarını arkasına almış uyumaya çalışan bir kuş olmak bunu gerektirirdi.
Diyelim, her şey geçmiş, kafamıza taktığımız her hüzün hatırlayamayacağımız kadar geride kalmış, önemini kaybetmiş. Ormanda yürüyoruz. Ama bu o kadar kocaman bir orman değil. Bize yetecek kadar, çıkışını bildiğimiz, kaybolmadığımız bir küçük orman. 3-5 ağaç ve üzeri yapraklar ve güneşin ışıltılarıyla örtülü bir nehir. Gerçekten sevdiğimiz, güvendiğimiz birinin elinden tutmuşuz, yürüyoruz. Suyun serinliği, güneşin hafif sıcaklığı, rüzgarın ürpertisi, ağaçların hışırtısı ve havanın tütsülü kokusu. Sadece bunlar var elimizde. Öyle bir yokluk ve öyle bir varlık. Yaşamın devam ettiğine ve güzel olduğuna yeniden inandıran her şey hayal balonunun içine girmiş. Boş konuşma balonları gibi havada asılı kalmışız. Sözler olmadan, geçmiş ve gelecek olmadan, kaygı ve korkular olmadan gökyüzünde asılı kalmışız. Sanki altyazımız varmış ama okunamıyormuş gibi. Huzurlu, doldurulması gerekmeyen, yanıtlanması beklenmeyen üç noktalar…
Yazar: Nihal Yuvacan