Kimsenin sloganı olma, çünkü sen bir şiirsin
“Sakın kimsenin sloganı olma çünkü sen bir şiirsin.” Bu repliği, 28 gün filminde alkol bağımlılığından kurtulan Sandra Bullock, tedavisi bittiğinde giderken orda kalan arkadaşına söylemiştir, kendi değerini unutma demek ister.
Kendi hayatımın başrolünde değil de, yardımcı kadın oyuncusu gibi hissediyorum der başka bir replik. Ben de şu aralar daha çok böyle hissediyorum. Sanki senaristle ne kadar didişirsem didişiyim o bildiğini okuyor, ben de filmin kenarlarında bir yerlerde bir rol alıyorum. Filmin sonunu merak ediyorum, her filmdeki gibi başroldeki kadın ölecek değil ya, dur bakalım mantığıyla izliyorum. Hani bir şeye bağlanacak bir yerlerde, böyle gitmez der gibi de oynuyorum.
Karnımızdan konuştuklarımız ve dışımızdan söylediklerimiz, bazen Türk filminden çıkmışçasına “Biz ayrı dünyaların sözleriyiz” gibiler.
Göründüğümüz şey olduğumuz şey değil çoğu zaman. Kaçımız içi kan ağlarken, güçlü görünmek için mutluymuş gibi yapıyor, ya da benim gibi- en sıkıntılı zamanlarında hayatındaki komiklikleri cımbızlayarak bir tür dayanma yolunu seçiyor… Sabahın köründe yaşasın çiçekler, böcekler diye uyananları saygı duyarak bir yana ayırırsam insanların önemli bir kısmı iyi olduklarından değil, iyi olmak istedikleri için iyiymiş gibi yapıyorlar. Bunda bir sorun var mı- yok.. Ama maalesef bunun bir nedeni de, hayatın insanları bu saklı dünyalara inemeyecek kadar ‘meşgul’ duruma getirmesi. O yüzden arabesk gelmesin ama hepimiz özünde bunun için yalnızız. Derinlere inmeye ve yorulmayı göze almaya niyetli çok azız çünkü.
Herkes kendine ağır.. Kendini taşıyamazken başka başka şeyleri yüklenmek ne zor çok iyi bilirim. Önceki gibi değil hiçbir şey, ne kadar sevsek ne kadar değer versek de, bu yükleri almaya kimsenin gücü yetmiyor. Çevrenize bakın, artık birbirinin en sıkıntılı zamanlarını paylaşan, sonra kendi hayatlarında düzelme ritmini yakaladıktan sonra birbiriyle hiç görüşmeyen dostlar var. Birbirini sevmediklerinden değil, ama iyileşirken birbirlerine o dönemleri hatırlatmak ve hatırlamak istemediklerinden. Birbirini geriye çekmemek için.. Belki de unutmak istedikleri şeylerle yeniden yüzleşmemek için, onları hiç konuşmamak da tuhaf geldiğinden..
Mış gibi yapmak, o kadar çok şey için var ki. Bunu sadece o kadar da acı çekmediğimizi göstermemek için yapmıyoruz.. Görmemiş gibi, anlamamış gibi, farkında değilmiş gibi yapıyoruz ki yaptığımız şeye devam edebilelim. Çünkü görmemiş gibi yapamıyorsan önünde iki seçenek var, ya devam edeceksin ya da gideceksin. Gitmeyi başaramıyorsan devam etmenin yolu her şeyi görüyormuş gibi yapmamaktan geçiyor. Çünkü farkında olduğun her şeyi konuşamıyor, gösteremiyorsun.. Haksızlıkla karşılaşıyor ancak bunun olmamasına engel olamıyorsun.. Olması gerekeni söylüyor, yapılmadığında hemen ben gidiyorum diyemiyorsun.. Yavaş yavaş vazgeçiyorsun kafanda, vazgeçiriyorlar adım adım.. Sen de mış gibi yapıyorsun, onlar da bunu anlamadığını sanarak rahatlıyor…
“Evde misin, birazdan geliyorum” diyemiyoruz. Önceden planlamak gerekiyor her şeyi ve planladığımız gün mutlaka bir engel çıkıyor. O gün o engeli aşmak her şeyden daha önemli olduğundan, kolaylıkla erteliyor, erteleniyoruz. Spontane gelişemiyor hiçbir şey, “iş çıkışı buralarda mısın” desen birilerine, oralarda olma şansı neredeyse hiç yok… Hep gidilecek yerler, yapılacak işler, başka başka planlar var.. Bunları yazarken eleştirdiğim bu şeyin aynısını ben de kaçınılmaz biçimde yaptığım için çok iyi biliyorum ve anlıyorum. Ama dönüp baktığımda buna gerçek hayat demek çok zor.. Çünkü benim için hayat, ‘evde misin, geliyorum’daki basitlikte, samimiyette saklı.. Hayatın içinde akıyoruz ve buna engel olmak için kılımızı kıpırdatmaya sanki halimiz yok..
Belki her şeyin temelinde kendimize değer vermeyi ıskalamamız vardır. “Sakın kimsenin sloganı olma çünkü sen bir şiirsin” repliğindeki gibi şiirizdir de dizelerimiz öyle her yere dağılmıştır ki, şiir olduğumuzu hatırlamak için dizeleri bir bir dağıldıkları yerlerden toplamak gerekiyordur…
Yazar: Nihal Yuvacan