Karalama
Gerçek olmanın mutlu bir mutsuzluğu var, desem bilmem herkes anlar mı.
Şöyle bir şey karalamışım bir ara,
“Şehrin kalabalıkken yalnız, sevgiliyken sevgisiz, evliyken evsiz, ruhunu dışarıda yakalamaya çalışan şanssız insanı, sana bilmediğin bir yalan söylemek isterdim ama sen bütün yalanlara çoktan doydun biliyorum. Önyargılarını ve çaresizliğini avutacak son yalana kadar idare edeceksin. Mesela bu satırları daha okurken burun kıvırıcaksın, hatta ikinci satırda çoktan geçtin biliyorum ama sen oku diye yazmıyorum biliyo musun. Vapur müzisyenlerinin bozuk para umursamazlığıyla şarkımı söylüyorum. Senin o vapurda görmemezlikten geldiğin gözündeki damlayı saklamaya çalışan zarif kadınlar, birbirini ilk kez vapurda kesfetmiş gibi öpüşen sevgililer, başını cama yaslamış yorgun ve düşünceli adamlar, ota boka gülerek etrafı umursamayan dostlar bendendir. Deniz benden. Sen de benden olmayıver, sorun yok”
Bozuk para umursamazlığı, kastettiğim o mutlu mutsuzluk.
Birinin seni gerçekte hiç gerçekten sevmemiş olduğunu kalbinin ve beyninin en derininde anladığın o boşluğun içinde çarptığın şey de o, mutlu bir mutsuzluk. Kendini tekrar aynı şekilde kandırmayacağını bilmenin acı huzuru. Ölümün ‘belki yaşar’ umudunu çekip aldığında endişeli bekleyişi de bitirmesi gibi. Çırpınmayı bırakış.
Hiçbir şey, zorla iyi görünmek ve zorla iyi olmak kadar yormaz insanı. Mesela ben, çok istesem de gerçekten istenmediğimi hissettiğim yerde duramam, kendimi durmaya zorlasam benden önce suratım gider, gidemezse düşer. Annemin bile sadece ben istiyorum diye aramasını istemem. Aşkımdan ölsem tarafından gerçekten sevilmediğim bi kola tutunmaya çabalama acizliğine girmem. Sadece istiyorum diye, aynı yoldan gelmeyen dostun elinden çekiştirip kendi yoluma çekemem. Gerçekten vakit ayıramayan kimsenin vaktini çalamam. ‘Ben istiyorum’ diye ‘olmak durumunda kalmış’ iyi şeylerin bir anlamı var mı? Bir şeyin iyi hissettirmesine neden olan şey, gerçek, içten ve beklenmedik oluşunda saklı değil mi?
Mutsuzluğun mutlu yanı, bunları bilmek.
Dünya tersine çalışıyor. Herkesin çarpışarak, ezerek, sanki eliyle karşısındaki canlı bedeni yararak kalbini çıkardığı kukla oynatıcılı dünyanın önünde Charlie Chaplin şapkamı çıkararak dalga geçen bir saygıyla eğiliyorum. Beyni yenen ve uyuşturulduğu için farkında bile olmayan Hannibal sahneleriyle dolu bir tuhaf dünya. Yaşayan ölüler gibi sallanarak yürürlerken onlar, bir kenardan en mutsuz gülüşümle izliyorum. Ben en azından yaşıyorum.
Biraz güneş ışığı, dünyanın saçmalığından uzaklaştıracak biraz müzik, kitap ya da film, gerçekten seven birkaç insan. Komik bikaç hikaye. Kimseye muhtaç olmayacak bir kuble yaşam. Hayat bundan fazla bişey değil. Mutlu olmayı abartmak da, mutsuz olmayı yüceltmek de bu yüzden saçma. Gerçek olmadığı sürece küfürden farksız bütün mutluluklar. Küfür demişken, birkaç küfürle bu yazıyı sonlandırmak isterdim, iyi de giderdi. Ama yazınca söylendiği kadar iyi anlaşılmıyor.
Yazar: Nihal Yuvacan