Her gün gittiğimiz paralel evrenimiz!
Sosyal medya söz konusu olunca cevval bir ‘klavye kahramanı’na dönüşen o kız; az önce toplantı odasından onuru kırılmış olarak çıkan, çaresiz iş arkadaşın değil mi? Hani şu bir türlü ilerlemeyen bir projeyle ilgili haksız yere bir araba dolusu laf işittiği halde ağzını açıp tek kelime bile edemeyen. Fakat nasıl oluyordu da toplumsal bir hassasiyet meselesi üzerinden, günlük hayatında gerçekleşen olaylarla da ilintili gibi ama olmayan bu cümleleri yazabiliyordu facebook sayfasında? Sosyal medyada farklı, gerçek hayatta farklı kişilere mi dönüşüyoruz? Sadece sosyal medya kullanıcılarının anlayacağı yeni sendromlarımız neler?
-Elele- Mayıs 2015 yazım-
Sosyal medya artık hiç kuşkusuz hayatımızın her yerinde. Evde, iş yerinde, dışarıdaki dünyada diğer insanlarla birlikteyken, aynı zamanda cebimize sığan kocaman ve renkli bir başka dünyayı da yanımızda taşıyoruz. Öyle yoğunuz ki, uzun yıllardır gerçek hayatta yüzünü görüp konuşamadığımız çoğu insanla ilişkimizin hala sürüyor olmasını bile neredeyse sosyal medyaya borçluyuz. Buluşamıyoruz ama sosyal medyada birbirimizi takip ediyor ve bu yolla haberleşebiliyoruz. Bir tık kadar uzaktaki her şey adeta zamanın bize yüklediği ağırlıkları birden kaldırıyor ve hayatın daha kolay akmasına yardım ediyor gibi… Ancak bir yandan giderek hayatı kolaylaştırırken diğer yandan ona ne kadar değer katabildiğimiz açıkça söylenmese de herkes için merak konusu.
Aldığımız like’larla rahatlıyoruz!
Yanlış anlaşılmasın, “Nerede o eski bayramlar mirim” tadında bir yazı okumuyorsunuz. Ama modern hayatın getirdiği güncel her şeyden haberdar olma isteği, ilişkilerimizi kontrol etme arzusu, başka insanları izleme merakı, kendimizi öne çıkarma ve ifade etme tutkusu ile birleştiğinde aldığımız halleri hiç mi konuşmayalım? Farkediyorsunuzdur, zamanla gerçek hayattaki amacından uzaklaşarak giderek kendine yabancılaşan insanların sayısı artıyor. Sosyal medya üzerinden bazen ne kadar çok klavye kahramanlarına dönüşüyoruz. Söyleyemediğimiz her şeyi daha ustaca ve cesaretle ifade ediyor, hakkımızı bazen boşluğa haykırır gibi arayarak rahatlıyor, aldığımız like’larla gizli gizli, kimseye çaktırmadan rahatlıyoruz. Telefonumuzu açtığımızda facebook logosu üzerinde duran ‘kırmızı +1’ bize iyi geliyor. Onaylanmak pek tabii ki hoşumuza gidiyor. Hoşumuza gittikçe de sıradaki her +1’i daha tutkuyla beklediğimiz bir kısır döngüye giriyoruz.
An’da kalmak mümkün mü?
Hani dedik ya, sosyal medya hayatımızın her yerinde diye… An’da kalıp şimdiye odaklanmak istediğimiz bütün zamanlarda, telefonumuz ayrılmak istemediğimiz sevgilimiz gibi. Biz de onun elini bırakmak istemiyoruz, hatta mümkünse ona göz açtırmıyoruz! Tam bu noktada vereceğim örneği hepimiz yaşamışızdır bir kez. Uzun zamandır görüşmediğiniz arkadaşlarınızla sonunda buluşabildiğiniz o akşam bile, sohbetin durağanlaştığı ilk anda elinize telefonlarınızı aldınız. Hatta muhtemelen oradaki herkes, birbirinin bedenine akım vererek kıvrılma yoluyla yapılan electricboogie dansını yapar gibi, etkilenerek aynı şekilde eline telefonunu aldı!
Sonra mesela sinemaya gittiniz ve 10 dakikalık ara geldi çattı.. Sessizlikte şöyle bir etrafınıza baktınız, ardından sosyal medyaya hiç uğramadığınızı söylemeyin. Girdiniz, çünkü 45 dakika sesini kıstığınız o süre, merakınızın dürtülmesi için yeterince uzun bir zamandı. Bir şey kaçırdık mı? Oh kaçırmamışız! Ne güzel, rahatladık, artık filmin ikinci yarısını sigarasını henüz söndürmüş bir tiryakinin huzuru içinde devam edebiliriz! Derken eve dönüşte radyoda bir reklam cingılı dikkatinizi çekti. Sanki binlerce insan arasından sizi nasıl olduysa bulmuş, gizlice size sesleniyordu: “Aylardır peşinde olduğun kişinin Facebook’ta ilişki durumunu ‘ilişkisi yok’ yaptığı o anı seviyorsan Cepte Teb’e bayılacaksın, beklediğin fırsatlara merhaba!!!”… Ya size bağımlı olduğunuzu söylesek… İçiniz daralmasın, gelin bu enteresan süreçle yüzleşelim. Bakalım bu ‘sosyal hallerimiz’ gerçekte neyi ifade ediyor?
“Gerçekle olan bağlantınız kopabilir”
Geçtiğimiz yıl New York’ta gerçekleştirilen Amerikan Psikiyatri Birliği Kongresi’nde neredeyse tüm konuşmacıların hemfikir olduğu konu tam da bu noktada dikkat çekiyor. “Mesleği özel bir çalışma gerektirmedikçe, internetle günde 6 saatten daha fazla vakit geçirilmesi ve bu ilginin 6 aydan uzun sürmesi, ‘internet bağımlılığı’na işaret ediyor.” Yani biz de bir tür bağımlıyız. Prof. Dr. Bengi Semerci’ye göre ise, narsistiklerin ve düşük benlik saygısı olanların sosyal medyada geçirdikleri zaman çok daha fazla. Üstelik sosyal medyada çok zaman harcayanlar diğer insanların kendisinden daha iyi bir hayatı olduğuna inanıyor.
Daha çok görülmek, daha çok duyulmak istiyoruz. Biraz da yalnızlığımızdan ileri geliyor bu durum. Semerci devam ediyor: “Seyircisiz paylaşım olmaz. İzleyenler çoğaldıkça, takip etmeleri için daha fazlasını vermek ister insanlar. Sonuç olarak ego okşanır. ‘Ne kadar çok kişi takip ediyorsa o kadar iyiyim’ duygusunu beslenir ve bu da zamanla narsisizme yol açar. Eğer sanal iletişim canlı iletişimin çok üstüne çıktıysa yanlış yoldasınız demektir. Yaşamı kaçırmak bir yana, gerçekle olan bağlantınız kopabilir. Varlığımız sadece sanal ortamdaysa, varlığımızı sorgulamamız gerekiyor.”
“İnternet yoksa gelmem!”
Hayatı yakalamak, öğrenmek ve bilgilenmek için sosyal medyayı kullanmak kuşkusuz birçok insan için hayatın olmazsa olmazı. Ancak görünen o ki, her alanda olduğu gibi burada bile ‘her şeyin fazlası zarar’ noktasına gelebiliyoruz. Bu konuda yapılan bir başka araştırma tam bu görünümü doğrular nitelikte. Araştırmaya göre internet bağımlısı bazı insanlarda tıpkı madde bağımlılığında olduğu gibi internete ulaşamadığı yerlere gitmemek söz konusu olabiliyor. İnternete ulaşamayacağı yerlere gitmeyerek yaşamını kısıtlamak ise bağımlılığın geldiği noktayı çarpıcı biçimde ortaya koyuyor…
#sen de anlat dedik, #kız gibi yaptık!
Twitter’ı bazen bir nedenden etrafında buluşmuş insanların aynı anda bağırarak bir şeyler söylediği, herkesin birbirini gözetlediği ama kimsenin birbirini gerçekten görmediği kocaman bir masa gibi düşünmek mümkün. Ancak bu özelliği bir yana, kitleleri harekete geçiren, büyük sosyal olayları örgütleyen bir platforma dönüşen bu sosyal medya devrimi, tüm toplumu yasa boğan Özgecan katliamından sonra tacize uğramış tüm kadınları #sendeanlathashtag’iyle birleştirdi. Kadınların her şeyin en iyisini yapabildiklerini anlatan bir diğer hashtag ise #kizgibi oldu. Son zamanlarda TV reklamlarında sürekli kullanılan hashtagler dikkatiniz çekmiştir. Çünkü en fazla kullanılan sosyal ağlar arasında ikinci sırada yer alan Twitter, en çok akşam saatlerinde ve televizyon karşısındayken kullanılıyor. Üstelik TV izlerken bile elimizden tablet ve telefonlarımızı düşürmüyor olmamız sadece geçen yıl 12.5 milyar dolarlık sosyal medya reklampazarı yarattı.
BU SENDROMLAR HEPİMİZDE VAR!
1- Hep mutlu, hep güzel ve hep mükemmeliz, ilginç değil mi?
Sosyal medyada bazı insanların ve özellikle biz kadınların en büyük silahı, mutlu görünmek. Bizi üzen dünyaya, bize haksızlık eden ve hayal kırıklığına uğratanlara en büyük cevabımız, mutlu olmak. Oysa üstünü özellikle örtmeye çalıştığımız şey, kendini bir yerde belli ediyor.
2- Yaz geliyor, düğün davetleri ve “darısı başına” ritüellerine hazır mısınız?
30 yaşın üzerinde bekar ve çocuksuzsanız, ‘darısı başına’ dileğinin artık hayatınızda önemli bir yeri vardır. Halinizden memnun olmanızın bir anlamı olmaz, istisnasız her düğün ve peşinden bir süre sonra gelen doğum tebriğinizin altında tutkuyla sizin için de benzeri beklenir.
3- Ekmek almaya gidiyorum.?!?!
Her an nerede olduğumuzu gerçekten herkes bilmeli mi? Ya da bunu belirtmeyenler yeteri kadar sosyal ve eğlenceli değil midir? Ya da onları gerçekten kimseler merak etmiyor mudur? Tabii ki hayır.
4- Eski sevgilimizin şüpheli yeni sevgilisi sendromu
Sevgilimizden ayrılmış olabiliriz, ancak maalesef kendisini hala gizlice takip ettiğimiz için hayatında olduğundan şüphelendiğimiz ama somut bir kanıt olmadığı için emin olamadığımız o kadın da tutkuyla takip ettiklerimiz arasındaki yerini alacaktır. Sonu engellemeyle sonuçlanan sendromların en acılısıdır.
5- Ortak hesap açan sevgililerin dayanılmaz ağırlığı!
Facebook’ta bazı çiftlerin ‘ortak’ hesap açtığını görürsünüz. Bu tek hesap altında ‘bir olma’ anlayışı, ulaşmak istediğinizde hangisinin size cevap yazacağını bilememenize neden olur. Bazen de ortak hesap olmasa da eşlerden biri aynı şifreyi kullanarak diğerinin hesabına girer… Özel alan nedir ki zaten, unutalım bunu (!)
6- Diğer kutusundan gelen o esrarengiz merhaba sendromu!
‘Diğer (1)’in anlamı, tanımadığınız, etrafınızda olmayan, ortak hiçbir arkadaşınızın bulunmadığı kişilerin size büyük bir cesaretle ulaşma gayretinden ibarettir. “Merhaba daha önce tanışmış mıydık?” mesajını sizden cevap gelmedikçe çeşitli versiyonlarıyla tekrarlayan inatçı kişiliklere ayrılan bölümdür.
7- Nefret dili sendromu:
Öfke dilinin de sosyal ağlar üzerinden yüksek bir güce eriştiğini gözlemliyoruz. Uzmanlar buna maruz kalanlara “anlayacak olabilenleri uyarmak, çok ağır dil kullananları ise cevap bile vermeden spamlamak” yönünde öneri getiriyor. Önemli olan, karşıdaki kişiyi değil tarzı, dili eleştirdiğini açık bir biçimde ortaya koymak..
8- “Amcan seni eklemiş, kabul et yavrum”sendromu!
Facebook veya twitter sandığınızdan daha kolay genişliyor. Evet sonunda evde medyayı gazete ve televizyonlardan ibaret bulduğuna inandığınız teyzeniz, enişteniz ve amcanız da artık vesikalık bir fotoğrafla da olsa sosyal medyadaki yerini alıyor. Size düşen arkadaşlık davetiyle yüzleşmek olacaktır. Okuyan da merak uyandırması için en cool tavrınızla yazdığınız bir durum güncellemenize, teyzenizden aleni bir “iyi misin yavrum” yorumu almanız an meselesidir.
9- Oyun daveti almak veya almamak, işte bütün mesele bu.
Profil fotoğrafınıza ‘Bu kişi oyun daveti almaktan hoşlanmıyor’ ibareli uyarıcı bir görsel de ekleseniz sosyal medyada en kaçınılmaz olan şey, bir oyun için davet almanız. Oyun oynayanların ise “Sistemin kendisi gönderiyor” diyerek hayatlarına devam etmeleri mümkündür, fazla kafanızı yormayın.
10- Kendi fotoğrafını sürekli beğenme sendromu
En çok anlayamadığımız konulardan biri, sosyal medyada insanların kendi paylaştıkları fotoğrafları önce kendilerinin beğenmeleridir. İlgili fotoğrafı ön plana çıkarmak için yaptıkları bu hareketin “ilgi beklediğini bağırarak söyleme” demekten ibaret olduğunu hatırlatalım…
Kadınlar için hayatta kalma rehberinden alıntılar 🙂
Kadınlar için hayatta kalma rehberi başlığıyla Anne SophieGirard ve Marie AldineGirard kardeşler tarafından kaleme alınan ‘Mükemmel Kadın Sürtüğün Tekidir!‘ adlı kitapta dikkatimizi çeken ve bizi güldüren 2 konuyu siz Elele okurları için alıntıladık. Okuduğunuzda eminim konu, size de yabancı gelmeyecek.
Potansiyel sevgili olarak gördüğünüz birinin Facebook fotoğrafını nasıl analiz edersiniz?
Kankalarıyla birlikte fotoğrafı: Cool
Sadece bir kankasıyla fotoğrafı: Eşcinsel
Eski sevgilisiyle fotoğrafı: Kendini kaybetmiş
Kılık değiştirmiş bir fotoğrafı: Depresif
Devlet Başkanı’nın fotoğrafı: Endişe verici
Manzara fotoğrafı: Çirkin
Kendisi olmayan çok çirkin bir erkeğin fotoğrafı: Çirkin ama komik
Kendisi olmayan çok yakışıklı bir erkeğin fotoğrafı: Çirkin ve acınası durumda
Küçük bir kedinin fotoğrafı: Eşcinsel
Küçük, ölü bir kedinin fotoğrafı: Psikopat
Kendi Facebook profil fotoğrafınızı nasıl seçersiniz?
Fotoğrafınız yalancıktan gizemli ve hafif seksi olmalı ve şöyle demeli: “Bana bakın millet! Ben özgür ve mutlu bir kadınım!”
Not: Taş gibi gördüğünüz bir fotoğrafınızı da koymasanız iyi edersiniz. Belli bir normallik payı olsun ki olası bir karşılaşmada hayal kırıklığına neden olmasın!
Kaçınmanız gereken fotoğraflar:
Mayolu fotoğraf (Alnınıza edepsiz yazmakla aynı şey)
Sevgiliyle fotoğraf (Gerçekten taş gibi bir sevgilinin olması durumunda istisna yapılabilir)
Kediyle fotoğraf (Özellikle de kedi artık hayatta değilse!)
ARAŞTIRMALAR NE DİYOR?
İnsanların yüzde 60’ı sadece diğerlerinin ne yaptığını görmek istiyor!
Sosyal medya tüm dünyada pornoyu geride bırakmış. Tüm dünyada her üç kişiden ikisi herhangi bir sosyal ortamda.
Bugün Facebook’ta 32 milyon, Twitter’da 10 milyon, genelde ise 35 milyonu aşkın intenet kullanıcısına sahibiz. Zaman zaman bakanlarımız bile Türkiye Facebook’ta en çok üyeye sahip 6. ülke.
Türkiye’de Facebook, Twitter, Youtube ve Instagram en çok kullanılan sosyal ağlar arasında. Google+ sabah 09:00-11:00 arası, Pinterest ise günün ilk saatlerinde aktif kullanılıyor. Hafta sonu ise InstagramveYoutube kullanımında artış yaşanıyor.
Türkiye’de en popüler sosyal ağ olarak Facebook ilk sırada yerini alıyor. 32 milyondan fazla kullanıcıya sahip Facebook’un İstanbul’da 8 milyondan fazla kullanıcısı var. Özellikle işe giderken sabah saatleri ve akşam iş çıkışı saatleri Facebook’un en yoğun kullanıldığı zamanken, en çok vakit geçirilen gün ise Çarşamba.
Hafta sonu Instagram ve Youtube kullanımında hafta içine oranla yüzde 30 artış olmakta. Özellikle hafta sonu dışarı çıkıp gezenler Instagram’da yoğun olarak içerik paylaşıyor. Facebook’ta 13:00-14:00, Twitter’da 13:00-15:00 ve Linkedin’de ise 17:00-18:00 saatleri içerik paylaşmak için uygun.
Türkiye, Avrupa’nın internette en çok zaman geçiren ülkesi durumunda.
Sosyal medya kullananların yüzde 60’ının amacı, diğer insanların ne yaptığını görmek
Eklenen arkadaşların yüzde 82’si gerçek hayattan, yüzde 60’ ı arkadaşların arkadaşları, yüzde 29’ u tanımadıkları, yüzde 11’i ise işle ilgili
İnternet kullanıcılarının sadece yüzde65.1’i e-posta kullanmakta, sosyal ağları kullananlar ise yüzde 68’lik orana sahip.
İşverenler ve insan kaynaklarının adaylar hakkında bilgi aldıkları en önemli sosyal ağ Linkedin. Linkedin’den sonra ise Facebook en çok dikkate alınan sosyal ağ oluyor. Facebook’ta ise genellikle adayların günlük yaşamları, insan ilişkileri, yaptıkları yorumlar, arkadaşlarıyla ilişkileri ve paylaşımları dikkat çekiyor.
Yazar: Nihal Yuvacan