Gizli hapishanemiz: ‘Duygusal borçlanma’
‘Duygusal borçlanma’, manevi açıdan borçlu olduğumuzu düşündüğümüz kişilerin tüm manipülasyonlarına bilinçdışı olarak boyun eğdiğimiz ilişkilerde karşımıza çıkıyor. Eğer duygusal yetersizlik içinde, değersizlik hisseden ve suçluluk duymaya eğilimli bireylersek süreçten olumsuz etkileniyoruz. Gerçek şu ki iyilik yaparak borçlu bırakan kişilerin de göründüğü kadar iyi niyetli olduğunu söyleyemiyoruz. Alma-verme dengesinin bozulduğu, beklentiyle veren taraf tarafından suistimale açılan bu ilişki türü, borçlu hisseden tarafın içinde gizli bir hapishane yaratıyor. Bu hapishane nasıl oluşur, buradan nasıl çıkılabilir Nish Coaching Kurucusu, Bilinçaltı Dönüşüm Terapisti Gülden Üner anlattı…
“İşte 10 soruda ilişkilerde duygusal borçlanma”
1.Duygusal borçlanma nasıl ortaya çıkar?
Hayatın içinde biri, bizim için iyi ve güzel bir şey yapıyorsa, bizim ihtiyacımız olan bir şeyi o an karşılıyorsa, biz içsel olarak kendimizi ona borçlu hissetmeye başlıyoruz. Borçlu hissetme hali aslında bizim çok sevdiğimiz bir şey değil. Yapılan bir iyilik veya bir ihtiyacın giderilmesi karşısında, ihtiyacı gideren kişi bilinçaltında üstün hale gelir. İyilik yapılan kişi ise, altta kalmak istemez. Ruhsal açıdan sağlıklı insanlar, bunu teşekkür ederek karşılar, borçlu olduğunu bilir ancak günü geldiğinde kendisinin de karşılığını verebileceğini bildiğinden bunu dert etmez. Ancak duygusal yetersizlikleri olan, travmatik, ruhsal dengesi zedelenmiş insanlar için bu borç, bilinçaltında bir meseledir. Bu insanlar, özünde zaten çok değersiz olduklarına inanıyor ve bilinçaltlarında -Ben aslında kimsenin yapacağı bir iyiliğe, bir güzelliğe değer biri değilim- düşüncesi yatıyor. Yapılan iyilikleri çok büyük bir lütuf olarak görüp bilinçaltlarında bunu yapan kişiyi gözünde büyütmeye başlıyorlar. Tehlikeli olan kısım da burada başlıyor. Bu yapıdaki kişi, bu borcu hiç ödeyemeyecekmiş gibi hissedebiliyor. İç dünyası ne kadar dengesizse, bu borcu ödeyemeyeceğine olan inancı o oranda yükseliyor.
BORÇLANDIRAN TARAF KENDİNİ ZAYIF VE MAĞDUR GÖSTERİR
2.Kendini değersiz hisseden insanın bilinçaltı nasıldır?
Kişinin kendine verdiği değer ne kadar düşükse, hatta kendi hakkında yok hükmündeyse o zaman minicik bir iyilik olsa bile, o onun için algısında büyür ve onun karşılığını ödeyemez hisseder. Bu tür insanlar, duygusal borçlanmanın en negatif etkilerini yaşar. İyiliğini gördüğü veya ihtiyacını karşılayan kişiye kendini, kendi hayatını fena edebilir, karşısındakinin bütün manipülasyonlarına boyun eğebilir. O borca ihanet kaynağı olarak gördüğü her şey için de kendini suçlayabilir. Çünkü iç dünyasında, bilinçdışı boyutta farkında olmaksızın odaklandığı şey, borçlu olduğu kişidir.
Kendine değer vermeyen, değersizlik duygusu olan insanlarda suçluluk duygusu en önemli zaaflardan biridir. Geçmişinde istenmeyen çocuk olmak, itilmek-kakılmak, suçlanmak ve dışlanmak bunu yaratır. Dışlanmaya maruz kalan kişi, günün birinde varlığını kabul eden bir diğer kişiye bilinçdışı boyutta kendini adar ve borcunun hiçbir zaman bitmeyeceğini düşünür. Aldıklarına bakar ve onlarla çelişecek her şeyi bir ihanet olarak algılar. Kendinden nefret eder, onu bu durumda bırakandan da nefret eder ama ona hala bir şeyler vermek zorunda hisseder kendini.
3.Peki borçlandıran taraf, bu durumu nasıl kullanır?
İyilik yapan, veya ihtiyacı gideren taraf, çoğu zaman iyi niyetli olmayabilir, bu iyilikten sürekli olarak nemalanmak ister. Karşısında borçlu hisseden kişinin bütün manipülasyonlara açık olduğunu görür, bu noktada da bunu kullanmaya başlar. Bu manipülatif ilişki biçiminde bir taraf sürekli boyun eğer, sürekli o borcun ağırlığı altında ezilmiş hisseder, diğer taraf ise sürekli borcu hatırlatan olur.
Hatırlatmak ise sözlerden çok davranışlarladır. Borçlandıran taraf, kendini zayıf ve mağdur gösterir, kurban rolüne girer. Borçlandırdığı kişiye ‘Senin yüzünden bunu yaşıyorum’ mağduriyetini verir. O zaman borçlanan kişinin bilinçaltı tetiklenir ve der ki “Bu kadar iyilik gördüğün bir insanı sen nasıl mağdur edersin?”… Ve bu sefer bunu istemsizce telafi yoluna gider.
Bu, ilerleyen versiyonlarda daha agresif bir hal alacaktır. Bu durumda borçlandıran kişi, borçlu hisseden kişinin hem nefret ettiği, hem de gidemediği varlık haline gelir. Bu da işte kişinin kendine yarattığı bir kısır döngü, bir başka deyişle hapishanesi olur. Kişi, bilinçaltında büyüttüğü borcu bir türlü bitiremeyeceğini zanneder. Bir ömür boyu nefret içinde aynı ev içinde yaşayan insanlar var.
KENDİNİ YARGILAMA ZAAFI, MANİPÜLATÖRCE SUİSTİMAL EDİLİR
4.Suçluluk duygusu ‘duygusal borçlanma’da nasıl bir rol oynuyor?
Duygu, düşünce ve davranış dünyası, kişinin manipülatör tarafından suiistimal edilebilir olduğunu ele verir. Borçlandıran kişi, karşındakinin suçluluk duygusu olduğunu çoğu zaman anlar ve bunun üzerine oynar. Kendine değer vermeyen ve suçluluk duymaktan korkan insanlar, çocukluklarında da muhtemelen pek çok alanda zorlanmış, birileri tarafından pek çok şeyde suçlanmış, sanki doğru bir şey yapamamış, kimi zaman hep sorun çıkaran olarak adledilmişlerdir. Hep yargılanmışlardır. Bu nedenle kişi büyüdüğünde de ne yaparsa yapsın kendini yargılar, hatta öyle ki çok iyi bir şey yaptığında bile o iyi şeyin güzelliğini yaşayamaz, ona bakar ve kendini yargılayacak yeni bir şey bulur. Kendine kızar, kendini suçlar. Bunu ortadan kaldırmak gerekir çünkü kişi hayatının her döneminde her zaman suçlu olamaz. Her zaman mağdur veya kurban da olamaz.
5.Borçlu hisseden kişi, manipülasyonun farkına varabilir mi?
Maalesef hayır… Gerçek mağduriyetle, kurban rolüne bürünmüş mağduriyet yani manipülatif mağduriyet arasındaki fark, duygusal borçlanma yaşayanlar tarafından çok net anlaşılmaz. Duygusal borçlanma yaşayan kişiler, ne yaşadıklarını anlamakta ve üzerlerindeki manipülasyonları farketmekte zorlanıyorlar. Daha doğrusu bilişsel bir şey bu, anlasalar da o duygusal borçlanmanın yarattığı duygu daha güçlü olduğu için, onu örtüyor, dolayısıyla anlamış olmanın hiçbir faydası olmuyor. “Biliyorum ama yapamıyorum” cümleleri buradan geliyor. Kişi belki kavga eder, karşındaki kişinin kendini acındırdığını bilir ama sonra bunu farkettiğini gösterdiği için bile suçluluk duyabilir. Ancak manipülasyona açık olmayan, yani duygusal dengesini koruyan kişiler, gerçeği ve sahteyi ayırtedebilir.
PSİKOLOJİK DESTEK ALMADAN GERÇEK GÖRÜLMEYEBİLİR
6.Manipülasyonu kim durdurabilir? Manipülatör yorulup bundan vazgeçebilir mi?
Borçlanmaya maruz kalan kişinin olduğu kadar, aslında manipülasyon yapan kişinin de psikolojik destek alması gerekir ancak manipülatörler vazgeçerek asla gitmez. Bir süre sonra manipüle etmek, onlar için diş fırçalamak kadar kolay ve doğal bir şey haline gelir.
Burada buna maruz kalan kişi de manipülatörü onu azad etmeden genellikle gidemez, gerçeği göremez. Buna karşın bir manipülatörü sadece borçlandırdığı kişi ‘yeter’ diyerek durdurabilir. Bunu yapabilmesi için mutsuzluk seviyesinin çok üst sınırlara gitmesi gerekir ve çoğu zaman bir patlamayla beraber bunu bitirebilir.
7.Manipülasyona uğrayan duygusal borçlu kişi ne yapmalıdır?
Her durumda manipülasyona uğrayan duygusal borçlu kişinin öncesinde veya sonrasında çok güçlü bir psikolojik desteğe ihtiyacı var. Kişinin aydınlanmasına, yaşadığının gerçek bir şey olmadığını görmesine ihtiyacı var. Çünkü bunu kendi başına büyük ihtimalle göremez.
Yaşadığı hapishaneden özgürleşebilmesi için bir terapi ortamında ona gerçekte böyle olmadığının yaşatılması, tarafsız bir ortamda yargılanmadan konuşulması gerekiyor. Burada işte kişinin bir bilinç sıçramasına ihtiyacı var. Kimi zaman da karşılıklı konuşarak değil, bazı terapi modellerindeki gibi yaşatılarak anlayabileceği bir şey bu. Bu terapilerde duygusal kopuş sağlanır, bu kopma sağlandığında kişi bilişsel olarak gerçeği görür.
Terapiden kişiler zaman zaman kaçınırlar. Derler ki, “Konuşunca ne değişecek, sanki ne yapmam gerektiğini bilmiyor muyum?” Ama evet bilemiyorlar çünkü kimse, olayın içindeyken kendi gerçeğini göremediğini anlamıyor. Karşıdan film izler gibi kendi hayatına bakman gerekiyor. Tek başına bakamıyorsan, objektif bakacak birinin olmasına ihtiyaç var.
Duygusal borçlanmayı helalleşerek sonlandırmak gerekir. Kişilerin “Tüm ilişkimiz boyunca aldıklarım için sana teşekkür ediyorum ve sana verebildiğim her şey için hakkımı helal ediyorum” demesi gerekiyor. Böyle bir helalleşme, duygusal olarak da fizyolojik olarak da bitişi sağlar.
SÜREKLİ VERMEK ASLINDA HAKİM OLMA İSTEĞİNDEN GELİYOR
8.Alma verme dengesi ilişkilerde nasıl bozuluyor?
Herhangi bir ilişkide alma-verme dengesini kaybettiğimiz zaman zarar görüyoruz. Yani verdiğimiz kadar almayı da bildiğimizde, anlamak kadar anlaşılma ihtiyacımızın da farkında olduğumuzda güçlü bir ilişki doğuyor. Peki alma-vermedeki dengesizlik nedir? Mesela iki arkadaş düşünün, biri iyi niyet ve sevgi adı altında diğeri ne istiyorsa, onu yerine getiriyor. Karşıdaki istemese bile bir şeyler alıp getiriyor, onun hayatını bir şekilde kolaylaştırıyor. Çok iyi bir arkadaş oluyor görüntüde. Aslında bu ilişkinin sonunu hazırlayan kişi oluyor. Çünkü karşısındakine kendi ihtiyaçlarını halletmesi konusunda alan açmıyor, kendisine bir şey yapması konusunda da. Sürekli veriyor. Artık karşıdaki o kadar fazla alıyor ki, bunu bir yerden sonra kaldıramıyor. Ve kaldıramadığı noktada da bu ilişkiyi bozacak bir şeyler yaşanıyor. Sürekli veren tarafın aslında beklentisiz bunu yapmadığını gözardı etmemek gerekir.
9.Peki ilişkilerde beklentiyle veren taraf, gerçekte ‘iyi niyetli’ midir?
Sürekli veren kişi, verdikçe alma-verme dengesini bozarak üstün hale geliyor ve üstün hale gelenin iç dünyasında, bilinçaltında hissettiği şey, iyilik yaptığı arkadaşının üzerinde ‘hakimiyet kurabilme isteği’ oluyor. Çünkü veriyor, ihtiyaç karşılıyor ve o kişinin hayatıyla ilgili bir şeyler söyleme hakkını kendinde bulmaya başlıyor. Verdiklerinin karşılığını bekliyor hale geliyor, karşılıksız verdiğini zannediyor ama gerçek öyle değil. Çünkü karşılık beklemeyen insan, bu kadar yoğun verici olmaz. Bu kadar yoğun vericiliğin altında mutlaka bir beklenti var. Fakat kişinin kendisi asla bunu kabul etmez, hatta biri bunu dile getirse, onu kötü niyetli olmakla suçlar. Ama bir süre sonra vermesinin karşılığında, bilinçaltında hükmetme isteği doğar. Öyle ki onun canının istemediği bir şey olduğunda çok rahatlıkla arıza çıkarabilir.
“Sen kim oluyorsun da benimle böyle konuşuyorsun ve sen kendini ne zannediyorsun?”la başlayan küçümseme cümleleri kurabilir. “Senin iplerin artık benim elimde” hissi, bir ilişkiyi bitiren noktadır ancak bitmemesinin nedeni bu tür manipülasyonların karşısında duygusal borçlanma yaşayan, duygu dengesi yerinde olmayan kişilerin boyun eğmeleridir. Böylece borçlu kişi, bilinçaltında ezilen, hayattan keyif almayan bir varlık haline geliyor.
GERÇEK SEVGİ İLİŞKİSİNDE İYİLİĞİN ÇETELESİ TUTULMAZ
10.Peki hayatımızda ‘iyilik’ gerçekten borçlu olmayı gerektirir mi?
Hiçbir iyiliğin, ihtiyacın karşısında hiçbir insan kendini feda etmek zorunda değildir. Hiçbir borç, insanın kendi hayatını feda ederek ödenmez. Çünkü karşındaki insan, sana hayatı vermedi. Hayatın içinde bir şeyi verdi. İyilik veya destekler, türlü türlü olabilir, günü gelir biz de yaparız. Ancak insani ilişkilerde borçlu kalmak kavramı olmamalı çünkü ticaret yapmıyoruz. Ticaretteki alacaklı-borçlu ilişkisindeki gibi, sahip olmak üzerine kurulu ilişkiler yaşamıyoruz. İyiliğin çetelesini tutmamak aslında insan olmak demek. Gerçek sevginin beraberinde getirdikleri için, çetele tutmama erdemine sahip olmak gereklidir. Gerçek sevgi, manipüle etmeyi bırakın, kişinin kendi mağduriyetini –ilgi unsuru- haline getirmekten tamamen uzaklaşması anlamına gelir. Gerçekten sevdiğinizde kendinizi mağdur gösterme telaşına girmez, karşınızdakinin sizi sadece bu nedenle sever görünmesini istemezsiniz.
Röportaj: Nihal Yuvacan