Gitmek isterken her gün biraz daha çakılmak
Gitmek isterken her gün biraz daha çakılmak, sevmek isterken her gün biraz daha vazgeçmek zorunda kalmak, hayatın bir trajedisi.
Yazılarını çok sevdiğim bir yazar, Ozan Önen, daha iyi yazmak için düşündüklerimi zaman zaman not almamı, sonra bir gün yazıya geçirmemde bana yardımcı olacaklarını söylemişti. O günden beri, çoğunlukla kalabalığın içinde yolumu bulmaya çalışırken ve tanımadığım yüzlerden gölgeli yüzümü çevirmeye çalışıp kimsenin görmediği bir ateşte her debelenişimde bazen birkaç kelime, bazen bir paragraf atıp durdum kıyıya köşeye… Kalbimden kopmuş kelimeleri unutmayayım diye, kalpten gelenler unutulmasa bile hayatın kargaşasında bazen unutulmak halinde olunduğundan, kaydettim.. Biriktirdiğim her kelimenin beni boğmaya başladığı her patlama anında da oturup yazdım her birini. Yazdım çünkü, bir ‘yazmak için yazmak’çıyım ben. Okuyanı birkaç kişilik dünyama bağırışım benim ve tek özgürce yapabildiğim.
Bir süre not aldım. İfadelerim harika olduğundan değil, tam olarak beni anlattığından sevdim. Kendimi ifade etmekle ilgili o takıntılı halimden.. Ben kendimden biliyorum ki, birini çok ama böyle en deli tarafından çok sevdiğinde başkası için tuhaf gelebilecek bir şeyi anlamak, senin için çok zor bir şey olmuyor. Öyle her şeyiyle deli deli seviyorsun. Ama ne tuhaftır ki, sevgi ve anlayışa bakışı bu denli naïf olan ben, ironik bir halde kendimi ifade etmekle ilgili bir takıntıya sahibim. Çünkü verdiği kadar almayan milyonlarca insandan sadece biriyim… Tek farkım, karşılık beklemediğin sevginin hayatta en değerli şey olduğunun farkında olmam. Kendine acıyan bir looser edasıyla değil de, kendinin ve dünyanın farkında bir sıradan yazar bozuntusu olarak yazıyorum.
Günlerin köşeleri var sevgili okur. Sabah doğup gece batmasına alıştığımız bu ‘gün’ denen şeyin biçimsiz olduğunu düşünme. Her yanına çarpıp çarpıp bitirdiğin bir gün var. Tamamıyla sana ait olmayan, tamamıyla sevdiğin kişilerin yanında geçirmediğin, tamamıyla sonunda güneş biterken erişemediğin. Günün ne kadarını köşelerine çarpmadan, sevdiğin şeyin ve kişinin yanında soluklanarak geçirdiğini söyleyebilir misin? Bunu sorgulamadan geçirdiğin kaç sıradan gün var? Kaç sıradan sen var?
Özlemek zorunda kaldığın hiçbir şeyi yapmasan keşke. Ama bir keşke eksik, bir keşke fazla, bazen öyle farketmiyor ki, değil mi? Keşke çok olunca, sayısı farketmemeye başlıyor.
Seni bilmiyorum ama ben çok bıkkınım. İyi olmanın ve anlamanın hiçbir boka yetmemesinden. İçini karartmak istemem aslında ama, sadece bize ait olması gereken bir hayat, sence neden bu kadar bize ait değil?
Neden en mavisini kalbimizde görsek de göğe bakamıyoruz?
Neden sadece gerçekten severek ve isteyerek her şeyi çözemiyoruz?
Benim gerçekten sevmek konusunda bir master tezim var sevgili okur. Seni bilemem. Ama bu dünya kadar sevgiyle, küçükken iki kolunu açıp işte bu kadar diye gösterdiğin sevgiyle birlikte öyle bir şeyi öğrendim ki, bu bazen senin en büyük acın olarak içine bir yere oturuyor. Boğazında bir düğüm olmaktan öteye gitmiyor. Öyle en kalbinin her tarafıyla sevmek, yetmiyor işte gelgelelim.
Ben hep, sende olur mu bilmiyorum ama herhangi bir insanı severken ‘ona bişey olsa ne olur?’ diye düşünerek seviyorum. Yarın ona bişey olduğunu duysam, yeterince sevdiğimi gösterebildim mi diye. Sırf o yüzden affediyorum. Ama dünya senin onu affettiğin kadar seni affetmiyor ve sana acımıyor. Ama hiç acımıyor sevgili okur.
Ama daha önce de söyledim, kendine acıyan bir looser edasıyla değil de, kendinin ve dünyanın farkında bir sıradan yazar bozuntusu olarak yazıyorum. Öyle yazıp geçip gidiyorum hayatından günün sonunda.
Memleket başkan seçme derdinde de, senin hayatının başkanı gerçekte kim? Ona hayır verirken, kimlere evet? Senin kendi içindeki ülkeni gerçekte kim yönetiyor?
Benim çok sende bulduğum, adını tam olarak hatırlamadığım bir kitaptan bir alıntı var.
….“Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum”…..
Boşluk olma.
Sen.. Eğer okuyorsan, lütfen boşluk olma.
Yazar: Nihal Yuvacan