Gerçek ayrılık
Zamanın, belki kaderin, yolların ya da adına ne derseniz onun, birbirinden ayırdığı ama aslında birbirinin yanında gidebilecekken gidememiş, gidemeyecek insanlar vardır. Farklı yolların, farklı otobüslerin camından aynı gözlerle birbirine gizli gizli bakan, birbirini uzaktan görebilen yolcuları gibi. Ayrılık, aynı yolda yürüyebilecekken yürüyememek bazen. Başka bir hayatta çakışmanın, tesadüfen karşılaşmanın olur muydu acaba bir yolu.. bilinmez.
Bildiğimiz yolların bilmediğimiz bir yerlerinde birbirini teğet geçmiş miydik gerçekten? Ayrılıkların en tuhafı bilmeden teğet geçtiklerimizde miydi? Bülent Ortaçgil’in dediği gibi belki onun cebinden çıkan para dönüp dolaşıp senin cebine girmişti, sen hiç bilmiyordun.
Belki o otobüste giderken hissediyordun o öteki otobüste giden kadının ya da adamın elinden tutabileceğini. Ama ne kendi otobüsünden inebiliyordun, ne de onu yolundan edebiliyordun.
Ruhların bizler doğmadan, belki de yanyanayken farklı bedenlere dağıldığı bir an vardı. O an belki o yine elinden tutuyordu ve sen bunu hatırlamıyordun. İnsanlığın en büyük yalnızlığı da buradaydı, çünkü bulduğumuz yüzlerde bilmeden o hatırlayamadığımız elin sahibini arıyorduk. Ruhumuza yine dokunsun istiyorduk. Ruhların bir hayata doğmadan önce beklediği yerde yanyana olduğumuz ruhlar kimlerse, bedenlendiğimizde onları kendimize yakın buluyorduk belki. İnsanları nedensiz sevişimiz belki de bundandı. Belki tüm bu arayış en başa, en saf hale dönmek içindi. Aşk o yüzden saftı, o yüzden bazen ölmek gibiydi.
Birbirine doğamayan hayatların güneşi yoktu. Ya da güneş her gün onları birleştirmek için doğuyor ve onlar bunu yine göremiyordu.
Gerçek ayrılık tam olarak buydu.
Yazar: Nihal Yuvacan