Birine dokunmak, onun ruhuna dokunmaktır
“Denize kıyısı olmayan insanları sevemedim” demiş bir şarkı. Bu benim çok sevdiğim bir ifadedir.
Birinin denize kıyısı olması, açıklığı ve derinliğidir. Şeffaf yanıdır, ufkudur. Kusursuz olmasının aksine, gelgitleri ve dalgalarıyla ‘gerçek’ olmasıdır. Denize kıyısı olan yanı, ‘nefes alan’ yanıdır. Okyanusa açılır kapıları, bilmediğin koca bir dünyayı keşfetme şansı verir. Seni derinlerine sadece sen istersen götürebilir.
Ve taktikler, stratejiler, oyunlar ve görünmeyen pazarlıklar dünyasında, denize kıyısı olanlar, puslu bir suda bile görebildiğin parlak taşlar gibidir.
Görünmeyen pazarlıklar, açıksözlülük altına gizlenirken, dürüstlük gibi görünen şeyin anlamı ‘vakit kaybetmemek’ anlamına geldiğinde, sen bütün bunları farkettiğinde ve anlamamış gibi yaptığında en çok denize bir kıyısı olmasını istersin karşındaki yüzün.
Kıyısızdırlar çoğu zaman. Öyle bir dünyada mutlu olmayı öğrendikleri için belki.. Yollar çok olduğunda, gidecek birden fazla alternatif olduğunda, bencil yürekleri karışır onların. Her yolda onları beklediğine inandıkları her mutluluk oyununa atılırlar ve hep almanın hesabı tutulur.. Mutluluk, arsızca, bir matematik hesabıyla, “ne alırım- ne kadar alırım” pazarlığına kurban edilir, farkında olamayacak ve bunun farkına varıldığını anlayamayacak kadar kendilerini sevdiklerinden başka birine verebilecekleri hep sınırlıdır.
Ucuzlamadan, basitleştirmeden, sıradan olmadan güvenmektir ihtiyaç duyduğun. Güven, bir tür vaad değil, her şeyden önce karşındakinin senin duygularını ucuzlatmayacağını hissetmektir.
Sen aslında seni neyin özel, neyin sıradan hissettirdiğini çok iyi bilirsin. Sadece akıllı olmak ve aptal olmayı seçmek arasında bir seçim yapmaktır önündeki.
Derinliği olan insanlar için, birine dokunmak, onun ruhuna dokunmaktır. Yüzüne dokunmak, orada gördüğün her çizgiden, her hatıradan ve her yaşanmışlık izinden öpmek gibidir.
Her çizgiye dokunmak, onu bugüne getiren her çizgiye teker teker teşekkür etmektir. Orada oldukları için şükretmek ve gözlerindeki pırıltıyı hafızana kaydetmektir. Çizgiler değişirken, geçmişi sıfırlamak gibidir. Biriken kelimelerini ve sakladığın seslerini çıkarmadan sırdaş olmaktır. Gözlerini kapadığında başka bir ruha sarılarak bilmediğin, çok özlediğin, belki de hiç gitmediğin, dilini bilmediğin başka bir ülkeye gitmektir. Çok yalnız da olsan, gittiğin o yerde asla ve asla yalnız hissetmemektir.
Denize kıyısı olmak, hiçbir şeyi yaşamış olmak için yaşamamaktır. Var olmak, asla bir gün aniden ‘hiç olmaya’ uyanmamaktır.
Bugünün dünyasında, mış gibi yapmadan mutlu yaşayabileceğimiz alanlar da, denize kıyısı olan insanlar da sınırlı.. Onlar bugün o puslu suda görmeye çalıştığımız taşlar gibi… Su eskisi gibi berrak değil, taşlar hayalimizdeki gibi parlak değil. Bu yüzden bugün an’ı yaşama öğretileri içinde her duyguyu da anlık mutluluklarla yüzeyselleştiren, bu yüzden arayışı hiç dinmeyen insanların giderek arttığı bir dünyada ‘berrak’ bir suya yakın olmak kadar basit ama kıymetli mutluluklar için direniyoruz. Gerçek bir şeyler arıyoruz. Çünkü biliyoruz ki gerçek olmak; dünya her ne kadar hiç durmadan tersine zorlasa da, kendi olmaktan başka bir giysiyi giydiğinde üzerinde sakil duran insanlar için kolay olan tek şey.
Yazar: Nihal Yuvacan