Bankta
“Elimde olsaydı, seni hiç bırakmazdım”
Tren garındalardı. Bankta oturmuş, birbirlerinin gözlerinin içine bakıyor, ama konuşmuyorlardı. Sözlerin hep fazla geldiği bir an vardır. Ne söylense ne o ana, ne o andan bir sonraki zamana bir şey katamaz, sadece yorar. Onlar da öylece sessiz kalmayı seçtiler istemeden.
“Elimde olsaydı, seni hep çok severdim” diyen iç sesi susturmak için direniyordu kadın. Aslında hayatı boyunca, yanında o an oturan ve yüzünü ondan çevirmeye çalışan adamı zaten sevecekti. Elinde olmayan şey, bu sevginin bir hayalet gibi dünya üzerinde gezinecek olmasıydı. Ete, kana ve cana bürünüp o adama dokunamayacak bu sevgiyle yaşamaya devam edecek ve o adam bunun ne anlama geldiğini hiçbir zaman gerçekten bilemeyecekti..
Ona gözleri dolarak sessizce bakarken, iç sesiyle onunla konuşmaya devam etti. “Lütfen gitme”.
Çaresizliğin bir aşkı büyütürken, aşkın kendisinin bütün çaresizliklere tek çare olması, en büyük çelişkilerden biridir. Sanki çaresizlik, kendiyle savaşması için bir aşk yaratır. Kendiyle savaşılmasını ister, aşkı hem doğuran hem de ona meydan okuyan şeydir. Çaresizlik aşka “Beni çözmen için seni çoğalttım, hadi durma” der aslında hep. Biz ya çaresizliğe, ya da aşka fazla düştüğümüzden, bu sese sağır kalırız.
En büyük zaaf, belki insanın en çok kendinden yana kalmasıdır. Üzülme ihtimalini, daha mutlu olma ihtimaline değişmektir. Küskünüzdür, daha mutlu olma ihtimaline zaman içinde öyle uzaklaşmışızdır ki, daha fazla üzülmemek üzerine kurulu hayatlarımızı başka bir ihtimalle risk altına sokmak istemeyiz. Okyanusun derinlerine gidip ait olduğumuz yerlerde yüzmek yerine, kıyının garantisinde kalmayı seçeriz. Hayatın en büyük yanılgısı, aşka atılan en büyük kazık, çaresizliğe en büyük yenilgidir bu oysa ki.
Adam, biraz daha kalsa, kadın sesini yükseltecekti. Ama adam üzerindeki ağır yükü üstünden atmak ister gibi, yorgun bir halde ayağa kalktı. Kadın tüm iç seslerini kalbine koyup sustu. Artık zaman yoktu, biliyordu. Adam, yüzüne baktı kadının ve dedi ki, “Elimde olsaydı, seni hiç bırakmazdım”.
Sıkıca sarıldılar.
Bir daha ne zaman geleceğini bilmedikleri o tren, hareket etti.
Yazar: Nihal Yuvacan