Balık gibi sevmemek
Abraham Twerski, 86 yaşında bir psikiyatr ve bilge. Yakınlarda rastladığım ve eklediğim bu videosunda sevgi ile ilgili şunları anlatmış:
***
“Sevgi öyle bir anlam taşıyor ki, kültürümüzde neredeyse anlamını kaybetti. Kotsk’da çalışan bir görevlinin ilginç bir hikayesi var.
Tabağındaki balığın lezzetini çıkaran genç bir adamla karşılaşıyor. Ona ‘Balığı neden yiyorsun?” diye soruyor. Adam “Çünkü balığı seviyorum” diye cevap veriyor.
– “Ooo balığı seviyorsun. İşte bu yüzden balığı öldürdün ve pişirdin. Bana balığı sevdiğini söyleme, sen kendini seviyorsun, Çünkü balık o kadar lezzetli ki, balığı sudan çıkardın ve öldürdün.”
Sevgi dediğimiz çoğu şeyin adı balık sevgisi.
Genç çiftler birbirlerine aşık olurlar, bunun anlamı nedir?
Bu demektir ki aralarından biri diğerinin fiziksel, duygusal ihtiyaçlarını karşılayabileceğini düşündü. Erkek de, kız da, diğeri vasıtasıyla kendi ihtiyacını karşılayabileceğini düşündü. Bu diğeri için sevmek değildir. Diğer kişi kendi tatminim için bir araç olur.
Çoğu sevgi balık sevgisidir. Dışa dönük bir sevgi, ben ne elde edeceğim, ne vereceğim değildir. Dessler’ın bir sözü var. “İnsanlar önemli bir hata yapar. Sevdiklerine verdiklerini sanırlar. Ancak gerçek cevap verdikçe sevdiğinizdir.
Asıl önemli nokta, sana bir şey verdiğimde sendeki bana yatırım yapıyorum. Kendini sevmek doğuştan beri var olduğuna göre, herkes kendini sever. Şimdi benim bir parçam sende olduğundan, benim sevdiğim bir şey artık sendedir.
Gerçek sevgi almak değil, vermektir. ”
***
Basitlik içindeki derinlik
– İlk neyi konuşalım diye sordu.
– En kolayı, en baştan almak. Doğumunuzdan…
– Bir insanın hayatının doğumuyla başladığına emin misiniz?
Amin Maalouf – Doğu’nun Limanları’ndan.
18 Eylül’le ben yeni bir yaş alırken hayattan, biliyorum ki insanın hayatı doğumuyla başlamıyor. Nefes almaya başladığı an, nefes alabildiği ilk an değil.
Kendini sevmek için gerekenden fazla zaman harcayan insanlar, kendini gereğinden fazla sevmiş insanlarca tüketiliyor. Gerçek sevgiyi tanımlamaya çalışmış bir hamamla yazıya başlamamın nedeni, yaşadığını hissetmenin gerçek bir kalple olan yadsınamaz bağlantısı.
Ben hep ‘içini doldurarak yaşamak’ derim buna. Bu kadar sahteliğin ve oldurmaya çalışmışlığın dünyasında, ruhum aksini kaldıramayacağı için, belki de saf bir aptallıkla takmışım bu içini doldurma meselesine. Her şeyin değişebildiği, beklenmedik her şeyin olabildiği dünyada, öleceğim o güne kadar, savunduğum, inandığım en büyük gerçek bu. Ve her inandığın şekilde yaşama hali için ödenen bir bedel olması gibi, içini dolduramadığın şeyi yaşamamanın da alnı dik tutan bir bedeli var.
Boşluk doldurdukça boşluğun kendisi yapanların mükemmel eksikliği
Küçükken insanların söyledikleri arkasındaki kastettiklerine takılırdım. İnsanlar sözlerden bahsederken, ben o anki bakış ve mimiklere, ‘gerçekten öyle mi demek istedi’lere takılı kalırdım.
“Gerçekten öyle mi demek istedi?” Bu saf, birini anlama cümlesini, bugün hepimiz birbirimiz için sorabiliyor olsaydık, belki birbirimizi anlama konusunda daha büyük yollar katedebilirdik.
Bu yazıyı yazmak için ilk oturduğumda, yazmaya çalıştığımı farkedip bıraktım. Yazmaya çalıştığında, iyi yazabilirsin ama yazdıkların gerçek olmaz çünkü. Bunun sadece benim bilebileceğim bir konu olması, gerçeklik arayışım hakkında bir fikir verebilir sanıyorum.
Benim mesela sevmediğim birileriyle seviyormuşum gibi yaptığım ve kendim dahil herkese mutlu olduğumu kanıtlamak zorunda hissettiğim, sahte ama bunu sadece içten içe benim bildiğim fotoğraf karelerim veya hikayelerim yok.
Üretemediğim bir işte çalışamam. Sadece birilerinin isteğini karşılamakla kısıtlandığım, bir şeyler yaratamadığım bir işin benim için anlamı yok. Tıpkı, kendime hiç zaman yaratamadığım, hayatımdan çalan bir işte 5 kat fazla ücret almamın da anlamı olmaması gibi.
Ya da mutfakta zorlukla uğraşarak denediğim ilk tatlının, onu tadacak biri olmadığında gerçekten tatlı olmaması gibi.
İçinde huzurlu hissetmediğim, ama kocaman, eksiksiz ve harika bir evin sahibi olsam, benim için anlamı yok.
Yatağımda birinin yatıyor olması, ona gerçekten ruhumla sarılamayacaksam yetinebildiğim bir şey değil. Boşluk dolduran yataklar, boşluk dolduran arkadaşlar, boşluk dolduran sevgili ve eşler, boşluk dolduran çocuklar, boşluk dolduran aileler. Boşluk doldurdukça boşluğun kendisi yapan her şeyin benim hayatımda yeri yok, bu yaşıma kadar kendimle ilgili öğrendiğim en temel gerçek bu.
Mücadelenin hayatta hiç bitmediğini öğrenecek kadar büyüdüm. Ama bazen sadece bırakmak gerektiğini de öğreniyorum.
“Basitlik içindeki derinlik” benim kalbimin içinden geçen nefes alma nedeni. Ve Abraham Twerski’nin ifade ettiği gibi balık gibi sevmemek. Yeryüzünden silindiğim güne kadar, böyle.
Yazar: Nihal Yuvacan