Sıkılmak, sinemada sürpriz ve diğerleri
Şarkı şöyle başlıyordu:
“Çoook sıkıldım kendimden. Verdiğim sözlerden. Tutamadığım sözlerden çok sıkıldım. Yalanlardan, huysuz kadınlardan, mutsuz adamlardan çok sıkıldım… Sıradan hayatlar içinde ne zormuş kendin olmak, ne zormuş özgür olmak.”
Ben bu satırları yazarken fonda özellikle Demet Evgar’ın başında bir huniyle seslendirdiği bu şarkıyı açtım. Apartmana girerken iki alt katımda oturan yaşlı amcanın 2 yıldır beni her gördüğünde ‘sen kaçıncı katta oturuyordun kızım’ diye soruşu ve benim her seferinde ona içimden koyduğum ‘alzheimer’ teşhisiyle cevap vererek iyi akşamlar dilememle biten diyaloğumuz… Evet bu an’ı atlatıp evin anahtarlarını çevirirken bu şarkıyı mırıldanıyordum. Hunim yoktu ya da görünmüyordu.
Değişmeyen şeyler var rutin hayatlarımızda. Büfeyi işletirken her seferinde para üstünü ağır çekimde bir filmdeymişiz gibi veren ve benim içimden kalp hastası teşhisi koyarak anlamaya çalıştığım yavaş ötesi adam, alt katta en ufak seste balkona fırlayıp çocuklara bağıran yalnız ve huysuz kadın, sonra evime davet etmek için söz verdiğim ama bir türlü vakit ayıramadığım için kapısının önünden kuzu sessizliğinde geçmek zorunda kaldığım kız. Ama ısrarla da bir türlü sen gel demiyordu, benim onu çağırmam üzerine konuşmuştuk. Herkes son derece kendi kalmakta ısrarcıydı. Benim onları anlamam üzerine kurulu bir hayatı, sessizce ve tüm sıradanlığıyla paylaşıyorduk.
Feriye Sineması ve beklenmeyen senaryo :/
Sıradanlıkları dağıtmak için önemli bir çaba harcıyordum. Gülmek için olmayacak nedenler yaratmak konusunda master yapıyordum örneğin. Kendi halimle dalga geçiyordum. Bir kitapta yazıyordu, “Neden gülmek iyidir, çünkü hepimizin aptal bir yanı var”. Mesela aşk konusunda hayal kırıklığı yaşadığım günlerin birinde şöyle bir şey başıma geldi: İş dönüşü eve yürüyerek gidiyorum, içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor, bilirsiniz o zamanlarda hiçbir yere sığamazsınız. Eve gitseniz basar, dışarı çıksanız kimseyle konuşmak istemezsiniz. Ben de ne yapsam ve aklım dağılsa diye düşünürken, sinemanın önündeki film afişine gözüm takıldı.. Hımm eğlenceli bir filme benziyor dedim içimden, belki gülmek iyi gelirdi, onu düşünmeye bir 2 saat mola verirdim, kendimi iyi olacaksın diye sarsarak attım içeriye…
Yer Feriye sineması.. Bilirsiniz, yol üstünde tek salon.. Hava yağmurlu, akşam saati, baktım öyle sakin ki, adeta sinemayı ben kapatmışım gibi bir hava var. Derken, bir grup içeriye girdi. Bazılarının ellerinde balonlar, bir neşe içinde 10-15 kişi vardı… Plan yapıyorlardı sen şurdan gelirsin ben burdan yürürüm diye, anlayamayınca merakla mısır almaya yönelip kasadaki tanıdığım adama sessizce sordum: ‘Bu balonlu tipler ne için geldiler biliyor musunuz?’ Kasadaki görevli adam, her gün yaşanan, sıradan bir olayı anlatır gibi, sakin sakin cevap verdi:
“Evlenme teklif edecekler, sürpriz olacak sinemada”
“Nasıl?” dedim.. Yüzümde donuk bir ifade vardı, ne alakaydı şimdi bu romantizm patlaması, hem de aslında kafam bir dünya iken.. Kahretsin biletimi de almıştım, üstelik bir adet de mısırım elimdeydi. Her şey için artık çok geçti.
Adam devam etti, “Öğlen de başka bir teklif oldu bugün, burada hep olur, alıştık biz”. (!)
Tamam olsun da neden bugün?.. Bunu diyememiştim. Ancak bilmiyordum ki dahası vardı.. Feriye’ye sık gidenler bilir, özellikle akşam saatleri kalabalık olmaz, en fazla 10 kişiyle bir salonda olmanız muhtemeldir. Ancak o gün, “sadece ben, bu çift ve onlara bu sahneyi hazırlayan balonlu arkadaşları vardı”..! Bu balonlu arkadaşlar sinemanın balkon kısmına gizlice oturdu.. Ben koca salonun orta yerindeki koltukta yerimi aldım. Reklamlar dönerken sevgili çiftimiz içeriye girdi..
Derken o ulvi an geldi ve film başlamadan bir evlilik teklifi videosu izlemeye başladık hep beraber… Amatör video’da damat adayının bütün ailesi ve arkadaşları ‘evet demelisin, çünkü..’ diyordu. Bana 1 saat gibi gelen ama gerçekte sanırım 15 dakika süren bir olaydı. Video bitince damat tıpkı videonun sonundaki karedeki gibi diz çöktü ve teklifini yaptı, gerisini tahmin edebiliyorsunuz. Öpüşen çiftimiz, arkadan çıkan ceee arkadaşlar, yükselen balonlar, ve ortada minik ellerini şıp şıp vurmak suretiyle tebrik eden bir Nihal. Al sana kendi hayal kırıklığını düşünmemek, al sana kafa dağıtması sevgili Nihal. 🙂 Bu kadar kurgu, bu kadar doğal olmayan, patlayan bir romantizmin bayması da cabası.. O gün onların dışında tek izleyici olmam da ilginçtir, hala düşününce acayip komik gelir.
Nelerden sıkılmışım?
Kendimle dalga geçip karikatürize ettiğim pek çok şeyi yakalama becerisini kazandım, bu belki hayatı yumuşatmak adına bilinçsizce bulduğum bir formül ama bazen cidden işe yarıyor.
Peki tüm bu çabaya rağmen, nelerden mi sıkıldım?
– İyi niyetle verip tutamadığım sözlerden şarkıdaki gibi.. Görüşme sözü verdiğim ama yoğunluğumdan yeterli vakti ayıramadıklarım olduğu için. Yani tüm olanlardan, biraz da kendimden.
– Dağınıklığımdan, düşüncelerimin ve ona bağlı olarak evimin dağılmasından. (şu an üzerinde çalışıyorum not düşeyim)
– Kadın ya da erkek bir hali, bir haline uymayan insan türünün hayatıma girmeye çalışma tenezzülünden. İnsanların genel olarak ne istediğini bilmemesinden ve sıfır empatiyle yaşamasına rağmen sürekli anlaşılmak istemesinden.
– Profesyonelce olmayan tüm yaklaşımlardan. İşine geldiğinde yakın, işine hemen yaramayacağını kestirdiği ilk anda soğuk davranan kadın ve erkeklerden. İletişim işinin içinde olmasına rağmen bir türlü iletişemeyen mongollardan kısaca.
– Daha önce pek çok yerde dile getirdiğim gibi insanların senin hikayene genel geçer klişelerle, başkalarıyla veya kendileriyle kıyaslayarak bakması, ileri geri yorum getirebilme hakkını ise kendinde görmesinden…
– Ne kadar aksi yönde karar da alsam, bütün bunlara zaman zaman takılan aklımdan.
– Klişelerden. İyi niyetle de söylense ‘öylesine söylenen’ hayırlı olsun’lardan. Aslında klişeler kadar, ‘öylesine söylenmiş olmak için söylenen’ her sözden.
– Yapmacık fakat öyle olduğu benim tarafımdan anlaşılsa da yüzüne vurmadığım bütün gülüş ve hitaplardan. Musmutlu olduğunu dünyaya haykıran facebookcan’lar dahil. Sahte olduğunu anladığım tüm insan ve nesnelerden.
– Her sabah yürüme planı yapıp nedense hayata geçiremememden.
– Anlayışın ve güçlü durmanın insana eksi olarak geri dönmesinden. Nasıl olsa anlar, nasıl olsa o halleder, anlayışının senin sabrın üzerindeki cesur denemelerinden.
– Kışın uzun sürmesinden..
– En çok, ‘fazlaca düşünmekten’..
– Hakkı yenen insanlık için inandığı şeyleri savunmaktan öte somut olarak fazla şey yapamamaktan.. Bazen herkes kadar izleyici kalmaktan. Adaletsizlik için, genç ölümler için ve daha pek çok şey için, çaresiz hissetmekten.
ve buraya yazamadığım daha pek çok şeyden..
Yazar: Nihal Yuvacan