‘EN’ler
Fikirlerimizi paylaşırken genellikle ‘en’le başladığımız tanımlamalar düşündürücüdür. En sevdiğimiz veya en nefret ettiğimiz şeyi tanımlarken doğru cevabı hemen seçemez veya cevapları teke indiremeyiz. Bir yandan da biliriz ki, ilk aklımıza gelenler her zaman en gerçek, en net hissettiğimizdir. Ben de bunları kendimce ifade etmek istedim…
En büyük çelişki: Belki de gelgitlerle dolu bir dünyadaki o sarsılmaz güven arayışımız. Her şey ve herkes hızla değişirken, değişmeyen sevgiler, istikrarlı huzurlar aramamız.
Zamanın insanlıktan çaldığı en büyük şey: Hoşgörü.
En büyük korku: Sevdiklerinin hayata senden önce veda etmesine tanıklık etmek.
En büyük pişmanlık: Günün birinde ‘yapsaydım olur muydu, risk alsam ne olurdu’ sorusunu sormak.
En büyük insanlık zaafı: Sorgularken an’ı yaşayamamak.
En çözümsüz iletişim: Empati yapmamak, empati yapılmaması. Kendini görmemek. Zaten dünyada özür dileyenlerin yarısı da karşı tarafın kapasitesinin kendisini anlamaya yetmeyeceğinden emin olduğu için özür diliyor.
En bitirici şey: Güven kaybı.
En büyük hayal kırıklığı: Güven kaybı. Elinize aldığınız bardağı ne kadar tepeden bırakırsanız, ancak o zaman beklendiğinden daha çok parçaya ayrılır. Birinde hayal kırıklığı yaratan da duyguların ters yöne olabildiğince yükseltilip aniden düşürülmesi.
En kötü: Çoğu zaman mağduriyet altında gizlenen katıksız bencil, birinin iyi niyetiyle tereddütsüz oyun oynayan. Bazen de birini bir umudun içine hapsedip bırakan. Kısaca çok yüzü olan.
En iyi: İçindeki bütün eksilere ve kötü düşüncelere ‘rağmen’ vicdanlı davranabilen. İyi olmayı ‘birine karşılık’ olarak değil de ‘kendisine öyle yakıştığı’ için gören.
En dürüst: Patavatsızlıkla açık konuşmak arasındaki farkı bilen. Kendini iyi hissetmek için kendine yalanlar söylemeyen.
En aşık: Aynı anda dünyanın en mutlusu ve en mutsuzu olabilen. Aşk’taki her şey kendiliğinden ‘en’li.
En kusursuz/mükemmel: Öyle bir şey yok.
En doğal: Böyle bir şey de yok. Doğala yakın var. Kendine sadık kalma, kendi gibi olmaya çalışma var.
En büyük yanlış: ‘Mutsuzlukta diretmek’, ‘kıyaslamak’, ‘herkesin seni anlaması için çırpınmak’
En büyük yetenek: Herhangi bir şeyi gerçekten ve öyle olduğu gibi sevebilmek.
En sevdiğim hayal: Burada anlattım, https://www.nihalyuvacan.com/en-sevdigim-hayal/
Kendin için yapabileceğin en iyi şey: Geçmişte yaşamamak.
En masum yan: Hala filmlere ve mutlu sonlara inanmak. Başroldeki kahramanın ölemeyeceğine dair çocuksu inanç.
En zavallı: Kapasitesi bir tek başkalarının mutsuzluklarıyla mutlu olmaya yeten, başkalarının kayıplarından kazanmaya çalışan. Veya birinin eksikliğini ya da şanssızlığını onun en zayıf hissettiği anı özellikle seçerek aleyhinde kullanan.
En güzel: Tabii ki sadece kalp güzelliği değil. Ama güzel bakan, güzel gülen. Anlatacak sözü olan, konuşunca da güzelliğinden yitirmeyen.
En çirkin: Kendinden farklı olanı ‘aşağılayan’.
En deli: UFP (Unidentified Flying Person) Onları seviyorum, hep olsunlar. Delilik, bu dünyanın bütün sertliğine tahammül edebilme gücü. Hep söylendiği gibi, aklın özgürlüğü.
En büyük mucize: Burayı şimdilik boş bıraktım. Belki de en büyük mucize, hala bazen mucizelere inanmak.
En çok hayranlık uyandıran: Kendi hikayesini mücadeleyle ve pek çok yenilgiden sonra yaratmış, onu kimsenin gözüne sokmadan başkalarına yol gösteren, mütevazi bilgelik. Aramızdaki gizli kahramanlar.
En ısınılası insan tipi: Gözlerinin içi gülenler.
En çok özlediğim: Bazen çocukluk. Ama Edip Cansever’e hak veriyorum o zamanlar, ‘Gökyüzü gibi çocukluk, hiçbir yere gitmiyor’
En zor: Sabırla sınanmak.
En gerçek klişe: Ateş sadece düştüğü yeri yakar.
Yazar: Nihal Yuvacan