Çizgilerin yolculuğu
Yüzümüzdeki her bir çizgi bizimle yıllar sonra farklı bir dilden konuşur. Çizgiler aynalarla hesaplaşır, aynalar biz insanlarla. Çok güldüğünüz zamanlarda oluşan çizgiler, kederden oluşan çizgileri her zaman döver. Gözleriniz bir tek gülmekten kaybolduğunda en güzeldir.
Hayatı gereğinden fazla ciddiye almamak gerekir derken çoğu bilge öğreti, belki en fazla iyi hissetmeyi ciddiye almak gerekir. Günün birinde konuşmaya başlayan çizgilerin pişmanlıktan bağırmamasını ciddiye almak gerekir.
Gerçekten nefes almak, gökyüzüne huzurla bakmak, ruhunu harap etmeden hayatını kazanmak ve sevdiğin kapılarda sevdiklerinle uyumaktan başka ne ile önemli olabilir ki yaşamak?
Huzursuzluğun da huzur kadar olağan olduğunu bilerek ‘mutsuzluk kaygısı’ saplantısından özgürleşmenin hayatta ihtiyacımız olan dengeyi getirdiğinden bahseden bir yazı okudum. Sanıyorum Piraye Kirişçi’nin bir paylaşımıydı. “Denge, sanıldığının aksine statik değil, bozulabilen bir şey. Sarkaç, huzur ve huzursuzluk arasında gidip gelirken merkezi kaybetmemek, savrulmamaktı denge… Aynen doğada olduğu gibi; başlangıçlar, bitişler, baharın gelmesi, dalların yeşillenmesi, çiçeğin solması, yaprağın dökülmesi, kelebeğin ölmesi, fırtınalar, doğal afetler, dayanıksız olanın güçlüye yenilmesi… Huzur ve huzursuzluk hep iç içeydi ve aslında her huzursuzluk da kendi zamanı geldiğinde bir dengeye gebeydi” diyordu yazıda.
Bu yüzden “Her şey yolunda mı?”, ancak her şey yolunda olduğunda mutlu olacağımızı dikte eden yanlış bir soruydu hep. Oysa kötü geçtiğinde gün, “Bugün de böyle geçsin varsın” diyerek yanına sokulup kadehini tokuşturduğun birileri olduğunda bundan fazla ciddiye alınacak da pek bir şey yoktu.
Çok sonra bir gün, elinde ve yüzünde kalan tüm çizgiler, o ciddiye almadığın günlerin ve iyi hissettiğin akşamların toplamı kadar olacaktı.
Yazar: Nihal Yuvacan