‘Benzemez kimse sana’
Müzeyyen Senar’dan ‘Benzemez kimse sana’yı eklemek, bu yazıya eşlik edecek en doğru şarkılardan biriydi.. Bu şarkının çok yakıştığı, 60 yılı birlikte devirmiş tatlı bir çiftle tanıştım..
İnsanın büyüdüğünü anladığı nadir anlardan biri bence, yaşlı insanları dinlemekten artık sıkılmaması.. Ben küçükken yaşlı birileriyle aynı ortamda durmaktan bir süre sonra sıkılıp odama giderdim. Bana nasihat edecek olsalar, belli etmeden içten içe sinirlenip; ‘En iyiyi onlar biliyorlar sanki! Bilmeden konuşuyorlar’ der geçerdim..
Tabii herkesin bir gün tattığı gibi, zaman insana her şeyi o kadar da iyi bilmediğini gösteriyor. Hep aynı hızla ve coşkuyla seni uçuracağını sandığın kanatların, beklenmedik rüzgarlarla kırılıp zayıfladığında; nice zayıflıklardan sonra yüzü kırışmış, saçları beyazlaşmış, güzel anılarını gözlerindeki pırıltıdan anladığın o sakin limanların kıyısında oturmak artık sana eskisi gibi dokunmuyor… Gösterdiğin saygı ve merhamet artık sıradan olmuyor.
Zahmet vermemek için incecik sesiyle ‘5 dakika için geldik’ diyerek bahçemizden başını uzattı 82 yaşındaki Necla Teyze, yanında 84 yaşındaki eşi Kamil amca.. Bayramlaşmak için gelmişlerdi ve ben ikisini de tanımıyordum o ana kadar..
Yaşına rağmen bakımını ihmal etmemiş, tertemiz giyinmişti Necla teyze.. Gözlerine kalemini, dudağına hafifçe rujunu sürmüş, hayat dolu, zayıf, minik bir kadın.. Tiz sesi, heyecanla bir şeyi anlatırken daha da inceliyor. Arada kibar kibar gülüyor… Eşi Kamil amca, gençliğinde yakışıklı olduğu mavi gözlerinden belli, nur yüzlü bir adam.. Konu konuyu açarken, sohbet gençlik yıllarına gidiyor.
Meğer o zamanlar Üsküdar musiki cemiyetinin başkanı olan Kamil, haftasonu dinletilerinde görebildiği konservatuar öğrencisi Necla’ya aşık olmuş, evlenmişler..
Tatlı tatlı anlatırken, “Üçüncü sınıfta okulu bana bıraktırdı, evlendik!” diye hayıflandı Necla teyze.. Gülerek “Okulu bitirseydim hoca olacaktım, şimdiye emekli maaşımı alırdım” dediğinde, hazırcevap Kamil amca, “Farketmedi, benim emekli maaşımı da şimdi sen alıyorsun” diye karşılık verdi 🙂
Kendi kendine şaşırarak “Niye okulu bitirmeden o kadar acele etmiştim ki acaba, evlenmek için dünyada başka adam mı kalmamıştı? diye sorduğunda Kamil amca da onunla birlikte güldü.. Peşinden yanlış anlaşılmak istemediği için hemen şöyle dedi Necla teyze: “Ama her şeye rağmen iyi ki evlenmişim, o dünyanın en iyi adamı”…
Sohbet boyunca çocuklarından, eşinin kıskançlıklarından tatlı tatlı bahsetti.. Küçüksu’ya bülbül dinlemeye giderler, sonra da Kanlıca’da yoğurt yerlermiş eskiden İstanbul’da.. Gençliklerinde bülbül dinlemek için arabaya atlayıp bir yere giden böyle bir çiftle tanıştım yani… Sonra “Beraber güzel ömür geçirdik” dedi konuşmasının bir yerinde Necla teyze..
Nereden baksanız, neredeyse 60 yılları beraber geçmiş.. 60 yıl, koca bir ömür sadece sevginin büyüklüğünden değil, sabrın, emeğin büyüklüğünden de yan yana geçebilmiş… Kimbilir ne zorluklar, ne engellerle sınandı sevgileri.. Her şeyi kolaylıkla geride bırakan, ordan oraya uçuşan, çabucak tüketenlerden olmamışlar. Fazla süslü söze gerek yok, ellerinde güzel olan ne varsa ona iyi bakıp kıymetini bilmişler, hepsi bu…
Düşünüyorum, mesela insanın sevgisi türlü imkansızlıklarla sınavlar geçirir de aklınıza gelebilecek her sınavdan kolaylıkla geçebilir misiniz? Sevdiğiniz kişi, bir kazayla ya da apansız bir hastalıkla bakıma muhtaç hale geldiğinde, eski güzelliğini yitirdiğinde siz ona bütün ömrünüz boyunca sevgiyle bakar mısınız?
Sıfırı tükettiğinde, işler kötüye gittiğinde, ele güne muhtaç hale bile gelirseniz, bunu beraber atlatır mısınız? Omuz omuza, onun yükünü, mahçubiyetini başına kakmadan, şefkat göstermeyi, direnmeyi becerebilir misiniz? Alıştığınız şartları kaybettiğinizde de her koşulda yanında olur musunuz?
Ailesini annesini, kardeşini, dayısının bilmem kaçıncı göbekten akrabasını sadece ‘onun kanından’ diye kıymet verip başınızın üzerine koyar mısınız? Aile olmayı sadece onunla hayat geçirmek olarak değil, dayısının o yüzüncü göbekten akrabasıyla bile birlikte kocaman bir aile olmak olarak görebilir misiniz?
Bazen sadece onun derdi, sizin derdinizin önüne geçerse veya zamanı geldiğinde, onun yolundan çekilmeniz gerekse, sırf onun iyiliği için bunu yapar mısınız? Yani ‘kendinizden taviz verme’den, karakterinizden ödünler vermeden ama kendinizi yeri geldiğinde de şöyle ‘bir yana’ bırakabilir misiniz?
Bazen geride durabilmeyi eziklik olarak değil de bir olgunluk olarak görebilir misiniz?
Yukarıdaki bütün sorulara bütün yüreğinizle evet dediniz. Peki bunu ‘fedakarlık’ adı altında mı yaparsınız yoksa bunlar gönlünüzden zaten gelir de kendiliğinden mi olur? Yani yaptıklarınız karşılığını beklemeden, zaten sevginizden mi ileri gelir?
Buna da cevabınız evetse ve karşınızdaki bunun değerini biliyor, aynı yürekliliği göstermek için elinizden sıkıca tutuyorsa evet 60 yıl sonra bir bayram sabahı çatkapı gittiğiniz bir evde kırışıklıklar içinde gözlerinizin içi gülecek demektir..
Bir başka deyişle, Müzeyyen Senar’ın söylediği şarkıdaki gibi ‘lutfuna ermek için perişan olmaya gönlünüz varsa’.
Yazar: Nihal Yuvacan