Büyümek
Elindeki anahtarın açamadığını düşündüğün bir kapının kendi kendine açılmasını beklemek doğru mudur? Ya yanlış bir kapının önünde duruyorsan aslında bilmeden.. Veya aslında doğru bir kapıysa, ve sen henüz tam olarak farkında değilsen.. Vazgeçip yola devam ettiğinde anahtarının açabileceği başka kapılar varsa.. Ama sen yine de bundan o kadar emin değilsen.. Ya da bu sefer anahtarını cebinden çıkartmaya cesaretin azalmışsa.. Ardına kadar açık kapılar senin umrunda değilse.. Aralık kapılar güvenli değilse.. O kapı açılsa da tekrar aniden kapanmasından korkuyorsan.. Buna rağmen kapının deliğinden bakmaya çalışıyor, usulca tıklatıyorsan ama sızan ışıktan başka bir şey göremiyor, duyamıyorsan.. O kapının kendi kendine açılmasını beklemek doğru mudur?
Büyümek, belki de en çok zamanın çözebileceği soruların artmasıydı ve biz bunu ancak büyürken öğrenebilecektik. Büyümek, ardında ne olduğunu bilmediğimiz pek çok kapının önünde bir seçim yapmak ve doğru anahtarı bulmaktı. Beklemekti. Kimi zaman hayal kırıklığına uğramak, yanılmaktı. Saçmalamaktı, korkmaktı. Korktukça kararsız kalmak, bazen geri adım atmaktı. Bazen zorlamaktı kapıları. Bazen kapı dışarı edilmek, bazen onları kırmaktı.. Büyümek, en çok da yola devam etmek zorunda kalmaktı..
Biz, kocaman çocuklarız aslında. Bazen ne kadar çok inanmayı, aldığımız cevaplarla nasıl da hemen avunabilmeyi istediğimizi düşünün. Güzele farkında olmadan ne çabuk kandığımızı.. Farklı kabukların içinde aslında ne kadar çok ve karşılıksız güvenmeyi istediğimizi.. Sevmeye başladığımızda, heyecanlandığımızda elimizi ayağımızı nereye koyucağımızı şaşırmamızı.. Utandığımızda gözlerimizin farkında olmadan küçük bir çocuk gibi yere değmesini.. Bazen şıp diye kendimizi kendi dilimizle ele vermemizi.. Akmayan bütün gözyaşlarının bazen ancak bir anne karşısında kendilerini özgürce bırakmasını..
Birileriyle hala saklambaç oynamıyor muyuz? Gözlerimizi bağlayıp kalabalıklara girip bir tür körebe oynamıyo muyuz? Gözlerimizi bazen korkularımızla, bazen sadece öyle gerekiyor diye bağlamıyo muyuz? Tek farkı bazen belki bir oyunun içinde olduğumuzu bile bilmeden. O yüzden kör birilerine renkleri anlatmak zor değil midir? Maharet büyüklerin oyunlarını oynamadan çocuk kalabilmek, asıl maharet oyunlara gerek kalmadan çocuk olabilmekti.. Birbirine hesapsız kitapsız yaklaşan, neyse o olan kocaman çocuklar olamaz mıydık?
Büyürken oyunları kötü olanlar kazanıyordu ama büyümek buna inat iyi olanların geç de olsa kazanacağına inanmaktı. Buna bütün kalbinle ve biraz da umutsuzca inanmaktı.
Yara almamak için ya kaçmak ya da yaralamak seçiliyordu büyüdükçe. Yara almama şansını tanımak için zaman yoktu… Ne de olsa ancak cumayı iple çeken, pazartesi gününden nefret eden kocaman çocuklardık..
Öyle bir dönemde yaşıyorduk ki.. Seçenek hep çoktu.. Güzelin güzeli vardı, iyinin iyisi.. Ne kadar sorumlu hissetmeyecekse, ne kadar geri dönmeyebilecekse onu seçiyordu kalpler.. Her şey ne kolay eskiyordu.. Bazıları herkesten biraz alarak güçlendiğini, bazıları herkese biraz vererek kazandığını sanıyordu.. Emek vermek tek başına yeterli değildi sanki hiçbir zaman..
Nasılsın sorusundan sonra otomatikleşmiş olarak yapıştırılan ‘koşturmaca’ klişesini bıkmadan söyleyen insanlar vardı.. Nereye ve neden koşturduğunu tam olarak bilemeyen.. Ve bazen nasılsın’la iyi misin arasında hep herkesin dikkat edemediği bir fark vardı.
Suya yazı yazarken iz bırakmaya çalışan insanların anlayamadığı bir fark hep vardı.
Büyümek, bu farkları anlayabilmekti. İyi olmak, bir melek olmak değil, sadece içindeki kötüye yenilmemekti. Büyümek içindeki kötüye yenilen insanlarla beraber yaşamayı öğrenebilmek, bazen de kendine rağmen büyüyebilmekti. Kötüsüyle iyisiyle biten bir günün ardından yenisini umutla karşılamayı öğrenmekti en çok. Ailen, dostların, aşkın, hayatta önemsediğin ne varsa, inandığın şeyler için yaşayabilmeyi öğrenmekti. Bazen elinde anahtar, yabancı bi kapının önünde durup düşünmek, bazen zorlamaktı kapıları. Bazen kapı dışarı edilmek, bazen onları kırmaktı..
Büyümek, en çok da yola devam etmek zorunda kalmaktı..
Yazar: Nihal Yuvacan